Hz Muhammed (sav) Hakkında Faydalı Bilgiler
Kitabın baskısı kalmamış. İçinde çok ilginç bilgiler var. İstifade edilmesi dileğiyle…
RASÛLULLAH HAKKINDA BUNLARI BİLİYOR
MUYDUNUZ?
KÂBE
Carlyle'nın Kahramanlar adlı ünlü eserinde Romalı bir tarihçinin eserinde
Kâbe'yi zikrettiğini ve onun dünyadaki en eski ve en mukaddes mabet olduğunu
beyan ettiğini yazdığını...
AKRABALARI
Peygamberimizin dedelerinden Kusay bin Kilab'ın, Huzaa'lılardan Kâbe
emanetlerini alarak, iyi idaresi ile kendi kabilesini saygın bir konuma
getirip, Kâbe etrafında topladığını... Bundan dolayı onun kabilesine Kureyş
(toplamak, birleştirmek) ismi verildiğini...
Hz. Peygamberin dedesinin babası Haşim'in Mekke'den kışın Yemen'e, yazın
Şam'a ticaret seferlerini ilk başlatan zat olduğunu... Hatta Bizans
imparatoru ile anlaşma sağlayarak Kureyş tacirlerinin Bizans topraklarında
ticaret vergilerinden muaf tutulmasını sağladığını...
Rasulullah'ın dedesi Abdülmuttalib'in uzun boylu, sarışın ve sevimli bir
sakal sahibi olduğunu…
Peygamberin babaannesinin isminin Fatıma olduğunu...
Efendimizin anneannesinin adının Berre olduğunu...
Hz. Peygamberin öz amcalarının Ebu Talib ve Zübeyr olmak üzere iki tane
olduğunu, diğer amcalarının üvey olduğunu...
Hz. Abbas'ın Efendimizden 3 yaş büyük olduğunu...
Peygamberimizin dayısının olmadığını...
Amcası Ebu Talib'in Rasulullah daha gençken ve kendisine nübüvvet verilmeden
evvel O'nun hakkında bir şiirinde "Tertemiz yüzü aşkı için yağmur talep
edilen, dulların hâmisi, yetimlerin sığınağı" dediğini...
İbni Habib adlı müellifin "Ümmehatun Nebi" adıyla bize 20 nesil boyunca
Rasulullah'ın ninelerini gösteren calibi dikkat bir çalışma bıraktığını...
Peygamber Efendimizin amcalarının isimlerinin; Haris, Zübeyir, Ebu Talip,
Hamza, Ebu Lehep, Gaydak, Mukavvem, Saffar, Abbas olduğunu...
Efendimizin halalarının isimlerinin; Ümmü Hakim, Berra, Atike, Safiyye,
Erma, Ümeyre olduğunu...
Bir rivayete göre halası Ümmü Hakim'in Efendimizin babası Abdullah'la ikiz
olduğunu...
DOĞUMU-ÇOCUKLUĞU
Mekke'de Rasuli Ekrem'in doğduğu mıntıkanın isminin "Şı'bi Amir" olduğunu...
Rasulu Zişan'ın ana karnına düştüğü yıl Cenabı Hakk'ın Mekke'ye büyük bir
bereket verdiğini ve bu senenin "Senet'ül Fethi ve'lİbtihac" (Fetih ve sevin
yılı) olarak anıldığını...
Efendimizin doğumunun miladi olarak 20 Nisan 571 olduğunu...
Genellikle Rasuli Ekrem Aleyhissalatu vesselam'ın doğum tarihinin 12
Rebiyülevvel olarak bilinmesine rağmen, Mısırlı büyük astronomi bilgini
Mahmud Feleki paşanın Efendimizin 9 Rebiyülevvel Pazartesi günü doğduğunu
ispatladığını...
Habibi Zişan'ın doğum yılının 569, 570 veya 571 olduğu hususunun ihtilaflı
olduğunu, ama çoğunluğun görüşüne göre 571 olduğunu...
Peygamberi ahirzaman'ın (Aleyhissalatu vesselam) sabaha doğru doğduğunu...
Muhammed isminin cahiliye Araplarınca az bilindiğini, Ahmed isminin ise daha
az bilindiği...
Muhammed ismi hakkında merhum âlim Kamil Miras'ın şunları yazdığını:
"Muhammed, Peygamberimizin en meşhur ve mübarek ismidir. Kur'an'ın dört
ayetinde ve birçok hadislerde, SAV Efendimiz en çok Muhammed ismiyle
anılmıştır. Muhammed, te'fil babından meful sığasıdır ki, kesret ve
mübalağayı ifade eder. Bu itibarla Muhammed mükerreren medhü sena edilen
kimse demektir.”
Ahmed isminin manasının Allahu Teala'yı kemal manada öven ve ivmesini bilen,
Muhammed isminin ise fazilet ve güzel: likleri anılarak övgüye mazhar olan
demek olduğunu... Mağrib allamesi Kadı Iyaz'ın bu konuda Şifa adlı ünlü
eserinde "Rasulullah Muhammed olmazdan evvel Ahmed idi. Diğer bir tabirle
Rasulullah (Aleyhissalatu vesselam), kendisini insanlar medhu sena etmezden
evvel o, Allahu Teala'ya medhu sena etmiştir. Bu cihetledir ki,
Peygamberimizin Ahmed adı, geçmiş Peygamberlerin kitaplarında zikredilmiş,
Muhammed adı ise Kur'an'da verişmiştir" dediğini...
Cahiliyye Araplarının mukaddes kitaplardan Muhammed isminde bir nebinin
zuhur edeceğini bildiklerinden, bazı kimselerin çocuklarına "ilerde o
peygamber olabilir" ümidiyle Muhammed koyduğunu...
Peygamberimizin (Aleyhissalatu vesselam) doğumundan önce Arabistan'da
Ahirzaman Peygamberinin doğumunun yaklaşıp, adının Muhammed olacağı
söylentisinin yaygınlaştığını... Bundan dolayı Kinane, Süleym gibi
kabilelerin ve Medine'de Temim kabilesinin Muhammed ismini çocuklarına
vermesinin çokça görüldüğünü...
İbni Hacer'in Fethul Bari'de nakline göre Cahiliyye devrinde Muhammed bin
Adiyy bin Rebia' nın babasının bir Suriye seyahatinde tanıştığı bir
papazdan: "Arabistan'da bir peygamber doğacağını ve isminin de Muhammed
olacağını" öğrenmesi üzerine Adiyy bin Rebia ailesinden doğan bütün
çocuklara Muhammed isminin konulduğunu...
Hind kutsal metinlerinden Puranalar'da Efendimize (Aleyhissalatu vesselam)
işaret sadedinde; "Dünyanın sonlarına doğru çölde bir adamın doğacağı,
annesinin ismi güvenilir (Âmine), babasının isminin Allah'ın kulu olacağı,
bu zatın yurdundan kuzeye göç etmek zorunda bırakılacağı ve sonra on bin
adam yardımıyla kendi yurdunu fethedeceği"nin yazılı olduğunu...
Annesi Amine'nin Efendimiz'i (Aleyhissalatu vesselam) ancak 1 hafta
emzirdiğini...
Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe'nin, Efendimizin ilk sütannesi olduğu gibi, Hz
Hamza'nın da sütannesi olduğunu ve Efendimizin bu aziz amcası ile aynı
zamanda sütkardeş olduğunu...
Peygamberimizin Ebu Birhan adında bir süt amcası olduğunu.
Süveybe'den sonra kısa bir müddet Efendimizi Abdulmuttalib'in hizmetçisi
Mirvaha'nın emzirdiğini...
Hz. Nebinin (Aleyhissalatu vesselam) Arap âdeti gereği Abdülmuttalib
tarafından doğumunun 7. günü sünnet ettirildiğini...
Rasuli Kibriya (Aleyhissalatu vesselam) ile Hz. Hamza'nın, hem Ebu Lehebln
azadlısı Süveybe, hem de Halime binti Ebu Züeyb tarafından emzirildikleri
için, iki kanalla sütkardeş olduklarını...
Bir gün Hz. Ali'nin Rasulullah'a neden Hz. Hamza'nın kızıyla evlenmediğini
sorması üzerine Zatı risaletpenah'ın; "Hamza'nın kızı, sütkardeşimin
kızıdır" buyurduğunu...
Rasulullah'ın yedi yaşında bir göz hastalığına tutulduğunu, Mekke'nin
tabipleri soruna çözüm bulamayınca, Ukaz civarındaki bir Hıristiyan tabibin
hazırladığı ilaçla iyileştiğini...
Peygamberimizin (Aleyhissalatu vesselam) yüzmeyi 6 yaşında annesiyle gittiği
Medine'de, akrabaları Adiyy bin Neccaroğullarının havuzunda öğrendiğini...
Rasulullah'ın (Aleyhissalatu vesselam) dadısı Bereke'nin Hz. Peygamber Hz.
Hatice ile evlendiğinde, kendisinin de Abdullah bin Zeyd'e vardığını. Ondan
Eymen adlı bir çocuğu olunca Ümmü Eymen lakabını aldığını. Kocası vefat
edince Hz. Peygamberin (Aleyhissalatu vesselam) evine döndüğünü. Bir gün
Rasulu Ekrem'in (Aleyhissalatu vesselam): "Cennetlik bir kadınla evlenmek
isteyen Ümmü Eymen'le evlensin" buyurması üzerine manevi evladı Hz. Zeyd bin
Harise'nin onunla evlendiğini, bu evlilikten de Hz. Üsame'nin dünyaya
geldiğini...
Rasulu Mucteba (Aleyhissalatu vesselam)'ın amcası Ebu Talip ile Şam
seyahatine gittiğinde 12 yaşında olduğunu. Bazı âlimlerin ise 9 yaşında
olduğunu söylediklerini...
Siyer kitaplarının yazdığına göre Hz. Peygamberin (Aleyhissalatu vesselam)
çocukluğunda amcası Ebu Talib'e çok bağlı olduğunu... Hatta amcasının küçük
yaşta onu ticari bir sefere götürme gerekçesi olarak: "Ne yapayım, benden
ayrılamıyor. Doğrusu ben de ondan ayrılamıyorum" dediğini...
GENÇLİĞİ
Peygamberi Zişan'ın (Aleyhissalatu vesselam) Hz. Hatice'den önce Ebu Talibin
kızı Fahite (Ümmü Hâni) ile izdivaç düşündüğünü... Amcasının ise, onu
Mahzumoğullarından Hübeyre'ye verdiğini...
Belazuri'nin nakline göre Efendimiz gençliğinde bir gün amcaları Ebu Talib
ile Ebu Leheb kavga ederken, Ebu Leheb'in Ebu Talib'in üzerine çıkıp onu
hırpalaması üzerine koşarak onu ittiğini. Bunun üzerine Ebu Talib'in Ebu
Leheb'in üzerine çıkıp onu bir güzel dövdüğünü... Kavga bittikten sonra Ebu
Leheb'in "Ya Muhammed. Ben de Ebu Talib gibi senin amcanım. Yapacağını bana
yaptın. Niçin ona da aynı şekilde hareket etmedin? Neden? Vallahi gönlüm
seni asla sevmeyecek, asla" dediğini...
Efendimizin yirmili yaşlarında katıldığı Ficar harplerinde bizzat
SAVaşmadığını... Bu konuda; "ben amcalarıma gelen okları bertaraf etmeye
çalışıyordum" buyurduğunu...
Merhum Muhammed Ebu Zehra'nın belirttiğine göre Hz. Hatice'nin, Aleyhi
ekmelit tahaya ile evlenme yaşının 40 olduğu hususunda siyer uleması
arasında ittifak olduğunu. Bu konudaki diğer rivayetlerin sahih olmadığını..
İbni Abbas’a göre Nebi göre Rasuli Ekrem üzerinde Nübüvvetin tecellisinin
ilk başlangıcı Kâbe tamiri edilirken izarını çıkarıp sırtına koymak
isterken, gözünün kararıp yere düşmesi ve böylece avret yerlerinin
açılmasına manen izin verilmemesi olduğunu...
İLK VAHİY VE KUR'AN
Bir mağaraya tefekkür ve inziva için kısa süreli çekilmenin
İsmailoğullarında eskiden beri devam ede gelen bir gelenek olduğunu...
Serveri Ekrem Efendimizin peygamberlik gelmeden önce de Hira'da belli
aralıklarla inzivaya çekildiğini. Hadis kitaplarında burada yaptığı ibadet
hakkında "tehannüs" veya "tehannüf" ifadelerine yer verildiğini... Buharı
şarihi Ayni'nin Umde tül Kari adlı eserinde tehannüs kelimesini izah
ederken;"Peygamberimizin burada ne surette ibadet ettiği sorulacak olursa
bunu tefekkür ve ibretten ibaret olduğunu söyleyebiliriz" dediğini...
Rasulullah'a ilk vahyin bir Pazartesi günü geldiğini...
Rasulullah'a ilk vahyin 6 Ağustos 610 tarihinde geldiğini... Bazı âlimlerin
ise bu tarihin 10 Ağustos olduğunu söylediklerini...
İlk vahiy sonrası bir süre vahyin gelmediğini (inkıtai vahy)... Efendimiz
(Aleyhissalatu vesselam)'a çok ızdırap veren, ama bir bafcıma onun vahye
iştiyakını artıran bu devrenin ne kadar sür düç> konusunda ihtilaf
olduğunu... Bazıları üç yıl, bazıları daha az olduğunu söylediklerini... En
az söylenen surenin 15 gün olduğunu... Ama tercih edilen görüşün ise,
Beyhakî’nin rivayet ettiği altı aylık dönem olduğunu.
İnsanlığın İftihar Tablosuna ilk vahiy olan (Alak 1-5) ayetlerinden sonra
ikinci gelen vahyin (Kalem: 1-4) ayetleri olduğunu...
Rasulullah'a (Aleyhissalatu vesselam) bir keresinde deve üzerinde iken vahy
geldiğini, Efendiler Efendisinde oluşan ağırlık etkisiyle devenin
bacaklarının neredeyse kırılacak hale geldiğini...
Peygamber (Aleyhissalatu vesselam)'ın kâtibi Zeyd bin Sabit ’in (r.a.)
vahyin ağırlığını şöyle anlattığını; "Rasulullah'a gelen vahyi yazardım.
Vahy nazil olduğunda kendisini bir sıkıntı kaplar, inci taneleri gibi
şiddetli ter dökerdi de, ondan sonra açılırlardı. Kendileri bana söyler ben
de yazardım. İşim bitinceye kadar o kadar zahmet çekerdim ki, ayağım
kırılıyor zanneder ve artık bir daha yürüyemem derdim. Surei Maide nüzul
ettiğinde de surenin ağırlığından biz vahy kâtiplerin az kalsın bileklerimiz
kırılacaktı" dediğini...
Ebu Hureyre'nin de vahyin nüzul anını şöyle anlattığını; "Vahy nazil
olduğunda vahyin bitimine kadar başımızı kaldırıp mübarek yüzüne bakamazdık.
Vahy inerken kendisini bir gam ve hüzün istila eder, yüzü kül gibi olur,
gözlerini kapar ve horultuya benzer şiddetli şiddetli nefes alırlardı."
İbni Cerir, İbni Sad ve İmam Kastalani'nin İmam Şabi'den rivayet ettiklerine
göre Nübüvvetin ilk üç yılında İsrafil (a.s.)'ın Hz. Peygamberin eğitimiyle
görevlendirildiğini...
Rasulullah'ın ilk vahiy kâtibinin Mekke döneminde vahiyleri yazan Şurahbil
bin Hasene el Kindi olduğunu... Hz. Peygamberin Medine'de ilk vahiy
kâtibinin Ubeyy bin Kab el Ensari hazretleri oldugunu...
Kur'an'ın fesahat ve belagatiyle Arabistan'ı sarstığını. Mesela bir edibin
Yusuf suresi 80. ayetini işittiğinde; "Şehadet ederim ki hiçbir kimse buna
benzer söz söyleyemez" dediğini...
MEKKE'DE İLK YILLAR
Hz. Osman'ın vahyin ilk ışıklarının Hicaz'a yayıldığı günlerde ticaret için
gittiği Suriye'den dönerken çölde bir gece; "Ey uyuyanlar! Uyanın! Çünkü
Mekke'ye Ahmed geldi" şeklinde bir ses ile uyandığını... Döndüğünde bunu Hz.
Ebubekir'e danıştığında, onun eliyle İslam'a girdiğini...
Hz. Talha bin Ubeydullah'ın da aynı günlerde gittiği Busra adlı kasabada bir
rahiple karşılaştığını. Rahibin ona "Ahmed'in zuhur edip etmediğini
sorduğunu. Hz. Talha'nın "Ahmed de kim?" diye şaşırması üzerine:
"Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın oğlu... Bu ay onun çıkacağı ay ve o
peygamberlerin sonuncusudur" dediğini...
Allah Rasulüne (Aleyhissalatu vesselam) iman eden ikinci hanımın Hz.
Abbas'ın hanımı Ümmü Fadl (asıl adı Lubâbe Bint’ülHaris) olduğunu...
Kureyşlilere göre vahyin en şaşırtıcı ve etkileyici yönünün Rahman isminin
ayetlerde çokça geçmesi olduğunu... Hatta onların bunu Peygamberin ilham
aldığı bir adam zannederek; "Sana öğretilen her şeyin Yemame'li Rahman
adındaki bir adamdan kaynaklandığını duyduk. Biz Rahman'a kesinlikle
inanmayız" dediklerini...
Kureyş kâfirlerinin Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) mübarek ismi
Muhammed (Övülen)'e karşılık ona Müzemmem (yerilen) ismini taktıklarını...
Bunu ilk ortaya atanında Ebu Leheb'in karısı ve Ebu Cehil'in kız kardeşi
olan Avra (Ümmü Cemil) olduğunu...
Müşriklerin Rasulullah'a bir de İbni Ebi Kebşe adını verdiklerini. Bunun
sebebinin vaktiyle Huzaa kabilesinden Ebu Kebşe adındaki bir zatın putlara
tapmaktan yüz çevirip Şi'ra'lUbur adındaki yıldıza taptığını. Efendimizi
(Aleyhissalatu vesselam) ona benzeterek Ebu Kebşe'nin oğlu diyerek onun
yolunu takip ediyor demek istediklerini. Bir rivayette bu zatın anne
tarafından Efendimizin dedelerinden olduğunu...
Bir başka rivayete göre ise Ebu Kebşe'nin Efendimizin sütannesi Halime'nin
kocası Haris'e verilen bir ad olduğunu...
Kamil Miras hocanın Tecridi Sarih şerhinde şöyle bir yorumda bulunduğunu;
"Kebşe lugaten üç dört yaşını dolduran koça denir. Bir kavmin ulusuna da
ıtlak olunur. Bu cihetle, Peygamberimizin anası tarafından ceddi olan Vehb
İbni Abdi Menaf, Ebu Kebşe künyesiyle meşhurdur. Peygamber Efendimiz hilye
ve endam cihetiyle Vehb'e benzediği için Kureyş arasında İbni Ebi Kebşe diye
de anılmıştır." Merhum Miras, daha sonra yukarıda yazdığımız rivayetleri de
sıralayıp; "Sebebi tesmiye (İsimlendirme sebebi) ne olursa olsun, asalet
ifade eden, fâhir bir unvandır" demiştir.
Rasuli Ekrem (Aleyhissalatu vesselam)ın amcalarından Ebu Leblebin İslam'a en
çok düşmanlık eden iki kişiden (diğeri Ebu Cehil) biri olduğunu. Bir gün
yanındakilere; "Muhammed bir takım şeyler vaad ediyor ve onların öldükten
sonra olacağını zannediyor. Benim elime ne koydu?" deyip iki eline
üflediğini ve "tebben li ha za'd din" (Bu dine yuf olsun.) dediğini...
Rasulullah'ın davet çilesini anlatma babında: "Vallahi benim için,
gönderilmiş olduğum bu vazifeyi yerine getirmek, herhangi birinizin şu
güneşten bir ateş parçasını koparmasından daha kolay değildir"
buyurduğunu...
Bir gün Batnü'nNahle mevkiinde Hz. Peygamber ile Hz. Ali'yi secde ederken
gören Ebu Talib'in "Ne yapıyorsunuz yeğen?" diye sorduğunu... Bunun üzerine
Efendimizin kendisine durumu anlattığını. Ebu Talib'in ise; "Sizin bu
yaptığınız zararsız bir şeydir. Fakat Allah'a yemin ederim ki, siz benim
kıçımı hiçbir zaman havaya kaldıramazsınız" dediğini. Seneler sonra, bunu
minberdeyken hatırlayan Hz. Ali efendimizin yan dişleri görünene kadar
güldüğünü...
"Önce en yakın akrabalarını ikaz edip uyandır" ayeti inince Belâzurî'nin
bize naklettiğine göre, Rasulullah'ın bu ayetin etkisiyle bir ay boyunca
evine kapandığını, öyle ki, hastalandığını zanneden halaları sağlığını
sormak için çıkıp geldiklerini...
Rehberi Ekmelimizin (SAV)ilk davet yıllarında bir gün yakın akrabalarını
evinde topladığını... İçlerinde sadece küçük yaştaki Hz. Ali'nin O'na
(s.a.v.) davasında sahip çıkacağını söylediğini... Bunun üzerine Ebu
Leheb'in kahkahalar atarak Ebu Talib'e; Tebrikler! Artık bundan sonra
oğlunun emrine gireceksin" dediğini... Ebu Talib'in bu manzara karşısında
çok utandığını ve bu durumun kendisini İslam'a girmekten alıkoyduğunu...
Tarık Muharibi'nin, Nebii Zişan'ı ilk görmesini anlatırken; "Zül mecaz
panayırında rastladım, bir adam; "Allah'tan başka ilah yoktur diyen felah
bulur" diyordu. Arkasından bir adam ona taş atıyordu, ökçelerini
kanatmıştı... Kim olduklarını sordum. "Muhammed ve amcası Ebu Leheb"
dediler" dediğini...
Said bin As adlı bir müşrikin bir ara hastalanıp, "eğer bu hastalığımdan
kalkarsam, Mekke içinde İbni Ebi Kebşe'nin tanrısına tapılmayacaktır"
dediğini. Bunun üzerine Allah Rasulunun "Ya Rabb! Onu kaldırma" diye dua
ettiğini ve bu azılı kâfirin hastalıktan kurtulamayıp canını cehenneme
ısmarladığını...
Mukatil bin Süleyman'ın; "Allah (c.c.) İslam'ın ilk yıllarında namazı sabah
iki rekât, akşam iki rekât olarak farz kıldı. "Rabbi ni hamd ile sabah akşam
tenzih et" (Mümin55) ayeti buna delildir" dediğini...
İslam'ın ilk zamanlarında Mekke'de namazların iki rekât olup önceleri gece
kılındığını. Sonra sabah ve akşam namazlarının ilave edilip üç vakte
çıktığını... Miraç gecesi beş vakte çıkarıldığını... Hicretten bir ay sonra
da öğle, ikindi ve yatsı namazlarının dört rekâta çıkartıldığını...
Nebii Rahme'nin Mekke döneminde gizlice Müslümanları eğitmek için Erkam bin
Ebil Erkam el Mahzumi (r.a.)'nin Safa tepesindeki evini nübüvvetin 5.
yılından itibaren kullanmaya başladığını...
İslam'ın ilk eğitim yuvası Dârû'l Erkam'ın Erkam bin Ebi'l Erkam hazretleri
tarafından hiç bir şekilde satılmamak şartıyla oğluna bırakıldığını... Bu
şekilde günümüze kadar geldiğini... Merhum Prof. M. Hamidullah’ın burası
hakkında bize şu bilgileri verdiğini; "1946 yılında yaptığım ziyarette,
kapısındaki kitâbede Erkam'ın evinin ”Dâr Hayzurân" adını taşıdığı ve
Osmanlı İmparatorluğu zamanında müftülük yapan Fazlullah ibn Muhammed Ha bîb
tarafından satın alınmış olduğu yazıyordu. Suud yönetimi önce bu evi restore
edip burada bir okul açmışsa da, hacıların sayısının her geçen yıl artması
dolayısıyla mescidi genişletme ihtiyacı doğduğundan, yıkılmasına karar
verilmiştir.
ÇİLE DÖNEMİ
Hz. Ebu Zer'in Efendimizi bulmak için geldiği Mekke'de Kureyşlilerce çok
kötü dövüldüğünü. Hatta "Kendime geldiğimde akan kanlarla kızıla boyanmış
bir puta döndüğümü gördüm" dediğini...
Rivayetlerde ashaba uygulanan eziyet ve işkencelerin şiddetinin şöyle
anlatıldığını; "onlar bir sahabeyi o kadar döverler, o kadar aç ve susuz
bırakırlardı ki, başına gelenin dehşetinden onun ayakta durmaya gücü
kalmazdı".
Abdullah bin Mesud'un Kabe'de ilk defa Kur'an okuyan insan olup, bunun
üzerine Ebu Cehil tarafından yüzünden kılıçla yaralandığını...
Müslüman olduğunu açıkladığı için ailesinden ilk eziyet gören sahabenin Hz.
Osman olduğunu... Amcası Hakem bin Ebu’l As'ın kendisini urganla bir direğe
bağlayıp acımasızca dövmesine rağmen bu metanet insanının: "Vallahi ben hak
ve hakikat dinini asla bırakmam" dediğini...
Hz. Ebubekir ve Talha bin Ubeydullah'ın Beni Temim kabilesinden olduğunu.
Kabilelerinin onların Müslüman olduğuna çok kızdığını... Hatta "Kureyş'in
Arslam" diye bilinen Nefvel Bin Hu veylid'in Hz. Ebubekir ve Talha'yı bir
ipe bağlayıp, teşhir ederek işkence yaptığını... Bundan dolayı bu iki
mübarek zata "El Ka rineyn" (iki dost) dendiğini. Hz. Talha'nın bu lakabı
kendisi için şeref kabul edip, onunla anılmayı çok istediğini...
Enes'ten rivayete göre Allah Rasulü'nün (SAV); "Allah yolunda hiç kimseye
bana yapılan eziyet yapılmamış ve hiç kimse benim kadar baskıya maruz
kalmamıştır. Öyle bir otuz gün, otuz gece geçirdim ki, ne benim ne de
yanımda bulunan Bilal'ın yiyecek bir şeyimiz yoktu. Bilal'ın yalnız
omuzlarını örten bir gömleği mevcuttu" buyurduğunu...
Makrizi'nin bildirdiğine göre Mekke döneminde Allah Rasulü'nün
(Aleyhissalatu vesselam) ne zaman Mekke serserilerince bunaltıldığında Ebu
Süfyan'ın evine sığındığını... Onunda her defasında müşrik olmasına rağmen
serserileri kovduğunu ve azarladığını... Onun bu cemilesine karşılık Mekke
fethedilirken onun evine sığınanların emniyete alındığını...
Ukbe bin Ebi Muayt adlı bir kâfirin Mekke döneminde Rasulullah
(Aleyhissalatu vesselam) Kâbe'de namaz kılarken, elbisesiyle onu boğmaya
çalıştığını...
Ukbe bin Ebi Muayt azgının Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) secdede
sırtına deve işkembesi koymasının Kureyş ulularını kahkahalara boğduğunu.
Hatta yere düşmemek için birbirlerine tutunacak kadar güldüklerini. İbni
Mesud’un onların hepsinin Bedir günü cesetlerini gördüğünü söylediğini...
İbni İshak'ın rivayetine göre Kureyş içinde Efendimize (Aleyhissalatu
vesselam) en fazla kaba davranan 3 kişi olduğunu:
1 Ebu Leheb
2 Hakem b. El As
3 Ukbe bin Ebi Muayt
Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) iki komşusu olan Ebu Leheb ve Ukbe bin
Ebi Muayt'ın Allah Rasulüne cefa etmede yarıştıklarını. Efendimizin
(Aleyhissalatu vesselam) her eve gelişinde kapısının önünde birçok kan, leş
vs pislikler gördüğünü ve sadece "Ey Kureyşliler, ne kadar kötü bir komşuluk
yapıyorsunuz" deyip, o pislikleri yayının ucu ile attığını...
Taberî'nin olayın hangi tarihte geçtiğini belirtmeksizin bize bildirdiğine
göre, Ebû Leheb ve Adiyy ibn elHamra, komşuları olan Rahmet Peygamberinin
(Aleyhissalatu vesselam) evine taş atmayı alışkanlık haline
getirdiklerini...
İlk tebliğ yıllarında Müslümanların alabildiğine zorlandığını... Hatta Sad
bin Ebu Vakkas'ın "Bütün bir yıl boyunca İslam'ı saklamaya çalıştık. Ve
namazlarımızı kapılar arkasından sürgülü olduğu halde evlerde ve şehir
civarındaki dağ aralıklarında kıldık" dediğini..
Ebu Cehil'in eziyetlerinden bunalan Allah Rasulünün bir gün onu boğazından
tutup sarstığını ve "Azaba layık olasın azaba. Yine azaba layık olasın azaba
(Kıyame: 3435) ayetini okuduğunu. Ebu Cehil'in ise; "Beni tehdit mi
ediyorsun ya Muhammed! Vallahi ne sen, ne de Rabbin hiçbir şey yapamazsınız.
Ben bu iki dağ arasında yaşayan en şerefli kişiyim" dediğini...
Altıncı Müslüman olan Sad bin Ebu Vakkas'ın aynı zamanda Allah yolunda ilk
kan döken Müslüman olduğunu...
Hz. Ömer'in 27 yaşında, Peygamberliğin 6. senesinde Müslüman olduğunu... Hz.
Ömer (r.a.)'in, Hz. Hamza'nın (r.a.) İslam'la şereflenmesinden üç gün sonra
Müslüman olduğunu...
İbni Mesud'un (r.a.) rivayetine göre, Mekke'de Müslüman olduklarını ilk
açıklayanların yedi kişi olduğunu... (Rasulullah, Hz. Ebubekir, Ammar ve
annesi Sümeyye, Suheyb, Bilal ve Mikdat)
HABEŞİSTAN GÖÇÜ
Aleyhi ekmeli tahiyya'nın Habeşistan'a ilk hicret eden kızı Rukiyye ve
damadı Hz. Osman (r.a.) için; "Bu ikisi Hz İbrahim ve Lut'tan sonra Allah
yolunda hicret eden ilk ailedir" buyurduğunu...
Rasulullah'ın amcaoğlu Hz. Cafer'in 27 yaşında hicret ettiği Habeşistan'dan
40 yaşında döndügunu...
Tarihçi Suheyli'ye göre Habeş Necaşi'sinin bir zamanlar zorba amcasının
zulmünden Arabistan'a iltica ettiğini ve bir süre Be dir'de kaldığını...
Bunun daha sonra gelen Arap mültecileri bağrına basmasında bir mühim etken
olduğunu...
Necaşi Ashame'nin Hz. Cafer"i dinledikten sonra onları almak için gelen Amr
bin As ve Abdullah bin Ebi Rebia'nın hediyelerini: "Peygamberlerini
yalanlayan kavmin hediyeleri bana lazım değildir" diye geri çevirdiğini...
Necaşi’nin daha sonra İslam'a girdiğini. Hicretin yedinci veya sekizinci
senesinde vefat ettiğinde Allah Rasulunun (SAV); "Bugün Salih bir kişi
ölmüştür. Kalkınız kardeşiniz Ashame'ye cenaze namazı kılınız" diyerek,
gıyabi cenaze namazını kıldırdığını...
Efendimizin Ashame yerine geçen yeni Necaşi'ye de bir davet mektup yazdığı
ama Hıristiyan olan bu hükümdarın bu davete sıcak bakmadığını...
Nebii Zişan'ın bir meselede Cafer bin Ebi Talib lehinde bir karar vermesi
üzerine Hz. Cafer'in sevinçten onun etrafında dans ederek bir daire
çizdiğini... Efendimizin gülümseyerek bunun ne olduğunu sorması üzerine;
"Habeşlilerin krallarına yaptıkları bir şeref gösterisi. Necaşi ne zaman
birine sevineceği bir şey verse, o adam ayağa kalkar ve onun etrafında dans
eder" dediğini...
Zübeyir bin Avvam'ın Habeş iç Savaşında Necaşi ordusunda gösterdiği
kahramanlıklardan dolayı Necaşi Asheme bin Erma tarafından kendisine pek
kıymetli bir mızrak armağan edildiğini. Onun da bunu Efendimiz'e
(Aleyhissalatu vesselam) hediye ettiğini. Allah Rasulü (SAV)'nün de bu
mızrağı ömrü boyunca resmi merasimlerde yanında hazır bulundurdugunu...
Habeşistan'a hicret eden bazı hanım sahabelerin burada Santa Maria adlı ve
içinde dini resim ve tablolar bulunan bir kiliseyi ziyaret ettiklerinden
bahsettiklerinde Rasulullah'ın onlara bu resimlerin onların azizlerinin
suretleri olduğunu ve Müslümanların asla onlar gibi din büyüklerine perestiş
etmemeleri lazım geldiğini söylediğini...
HÜZÜN SENESİ
Hz. Hatice'nin, (r.a.) Ebu Talib'in ölümünden üç gün (bir başka rivayette
iki ay) sonra darı bekaya irtihal ettiğini... Vefatında 64 sene 6 ay yaşamış
olduğunu...
Ebu Talib'in vefatından sonra Efendiler Efendisine karşı olan baskının
alabildiğince yoğunlaştığını... Hatta durumunun vahametinden dolayı amcası
Ebu Le heb'in akrabalık gayretiyle harekete geçip, Peygamber (Aleyhissalatu
vesselam)'ı himayesine aldığını ilan ettiğini... Fakat kısa bir süre sonra
Kureyşlilerin onun damarından girerek tahrik edip, bu himayeyi geri
aldırdıklarını.
Rasuli Ekrem'in (Aleyhissalatu vesselam) Ebu Talib'in himayesini anlatma
babında; "Ebu Talib ölünceye kadar Kureyş bana pek dokunamadı"
buyurduğunu...
Ebu Talip ölür ölmez Kureyşlilerin hemen Peygamber (Aleyhissalatu
vesselam)'a katılık ve yüz ekşitmelerini göstermeye başladıklarını ve Rahmet
Peygamberinin (Aleyhissalatu vesselam): "Ey amca, senin yokluğunu ne kadar
çabuk hissettim" buyurduğunu
Kardeşi Ebu Talib'in kabirde ne ahvalde olduğunu soran Hz. Abbas'a Nebiyyi
Zişan Efendimizin (SAV); "Şimdi Ebu Talib topuklarına kadardibi yakınateşten
bir çukur içindedir. Eğer benim şefaatim olmasaydı muhakkak o Cehennemin en
derin çukurunda olurdu" buyurduğunu...
TAİF YOLCULUĞU
Rasuli Ekrem'in İslam'a davet etmek için 619 yılının Şevvalinde gittiği
Taif'te 10 gün kaldığını...
Hz. Nebinin Taif dönüşünde azatlısı Zeyd'in; "Onlar (Kureyş) seni
memleketinden çıkardıkları halde tekrar nasıl onların yanına
gidebiliyorsun?" dediğinde Masum Nebinin (Aleyhissalatu vesselam) kıyamete
kadar gelecek davet erlerine şaşmaz bir ölçü olacak şu sözleri söylediğini:
"Ya Zeydl Şüphesiz Allah bu sıkıntıları bizim için rahatlık vesilesi ve
çıkış yolu yapacaktır. Şüphesiz Allah dinine yardımcı olacak, peygamberini
muzaffer edecektir."
Peygamber Efendimizin Taif dönüşü müşrik olmasına rağmen mert biri olan
Mutim bin Adiyy'e; "Sen hakkı himayesi muteber olup küçük görülmeyen bir
kimsesin" diyerek himayesine girdiğini. Dört oğluna kılıç kuşandırıp,
Kâbe'nin dört rüknüne her birisini pür silah diken bu zatın, daha önce de
Müslümanlara uygulanan ambargoyu yırtan kişi olduğunu. Nebiyyi Zişan'ın
(Aleyhissalatu vesselam) bu zatın bu hatırdan çıkarmadığını. Bedir harbine
yetişemeden doksan küsur yaşında Mekke'de ölen bu zat için, Bedir günü
oğluna; "Ey Cübeyr! Baban sağ olsaydı ve şu kokmuş cifeler hakkında şefaat
etseydi, hiç şüphesiz ben bunları Mutim'e diri diri ve kurtuluş fitnesi
almaksızın bağışlardım" buyurduğunu...
Efendimizin Taifte sığındığı bağa, daha sonraları "Mescid'ülKu" adıyla bir
mescid yapıldığını...
TEBLİĞ ZORLUKLARI
Serveri Ekrem'in Mekke döneminde, Hacc için gelen kabileleri yanında birkaç
kişiyle gece ilerleyen saatlerde ziyaret etmeye başlayarak Kureyşileri
atlattığını...
Rasuli Ekrem'in Mekke devrinde Hacc kafilelerini ziyaret edip davasına sahip
çıkacak insanlar ararken şöyle dediğini; "Beni kavmine götürecek bir kimse
yok mu? Zira Kureyş benim Rabbimin kelamını tebliğ etmemi engelledi."
İkinci Akabe biatında Efendimize biat eden iki hanımın; Ümmü Umare Nesibe
binti Kab (Uhud'da Rasulullah'ı (Aleyhissalatu vesselam) koruma uğrunda
kahramanlığı ile meşhurdur.) ile Ümmü Meni Esma binti Amr olduğunu...
Allah Rasulüne İkinci Akabe biatinde ilk biat eden zatın Bera bin Marur
olduğunu...
Efendimizin İslam davetçisi olarak Medine'ye gönderdiği Hz. Musab bin Ümeyr
el Abderi'inin bu şehirde "El Mukri" (Güzel Kur'an okuyan) lakabıyla
tanındığını...
Evs ve Hazrec kabilelerinin büyük kısmının, Efendimizin (Sallallahu aleyhi
vesellem) gönderdiği Hz Musab bin Umeyr vesilesi ile Müslüman olduğu
Mekke'ye ulaşınca bunun Müslümanları büyük bir sevince boğduğunu. Bu seneye,
(621) "Sevinç yılı" adını verdiklerini...
SAHABE'NİN MEDİNE'YE HİCRETİ
622 senesinin Nisan ayı ortalarından itibaren izni nebevi ile Müslümanların
Medine'ye hicrete başladıklarını...
Medine'ye ilk göç eden Müslüman'ın Ebu Talib'in yeğeni Ebu Seleme Abdullah
bin Esed olduğunu...
İkinci olarak hicret edenin Amir bn Rebia ve hanımı Leyla, üçüncü olarak
hicret edenin ise Abdullah bin Cahş ve aile efradı olduğunu...
Hz. Ömer'in hicretinin, Rasulullah'ın hicretinden 15 gün önce olduğunu...
Mekke'den hicret eden Müslümanların miktarını kısa zamanda 150'yi
bulduğunu... Bundan dolayı Mekke'de bazı mahallelerin tamamen boşaldığını...
Bu durumu gören Kureyş ileri gelenlerinden bazılarının hayret ve
teessürlerini gizleyemediklerini...
HİCRETİ NEBEVİ
Medine'ye hicret etmeden evvel Efendimizin evinin etrafını saran şakiler
güruhunun başkalarının; Ebu Cehil, Hakem İbni el-As, Ukbe İbni Ebi Muayt,
Nadir İbni aris, Ümeyye İbni Halef, Zem'a İbni Esved, Ebu Leheb olduğunu...
Rasulullah'ın hicret edeceği gece Kabe'yi görünce; "Ey Mekke! Sen benim için
bütün dünyadan daha değerlisin. Ama senin çocukların beni rahat bırakmıyor"
dediğini...
Peygamberimizin hicret esnasında Mekke'yi terk etmesinin 622 yılının 12
Eylül'ünü 13'üne bağlayan gece olduğunu...
Hz. Peygamberin hicreti beraber yapacaklarını söylemesi üzerine Hz. Ebubekir
(r.a.)'in sevinçten ağladığını... Kızı Aişe'nin (r.a.); "O güne dek,
Ebubekir'in bu sözleri duyduğunda ağladığı gibi bir kişinin sevinçten
ağlayabileceği^ bilmiyordum" dediğini...
Medinelilerin bir iç harbi olan Buas SAVaşlarının Efendimizin davetini
kabule zemin hazırladığını, bu yüzden Hz. Aişe'nin: "Buas günü Allah'ın
(c.c.), Rasulüne takdim ettiği bir gün olmuştur" dediğini...
Peygamberi Zişan (Aleyhissalatu vesselam)'ın hicret sırasında Hz.
Ebubekir'den (r.a.) satın aldığı devenin isminin Kasva (diğer ismi
Adba'dır.) olduğunu... Kasva’nın Benû Kuşeyr kabilesinden 800 dirheme
alındığını ve H. Ebubekir'im hilafeti sırasında öldüğünü...
Üç gün saklandıkları Sevr dağına Nebiyyi Zişan'ın (Aleyhissalatu vesselam)
tırmanışı anlatılırken bir rivayette şöyle dendiğini; "Dağ yolunda, ayak
izleri belli olmasın diye, ayakuçları üzerinde yürüyordu. Sonra, nalınlarını
çıkarıp yürüdü"
Hz. Ebubekir'in (r.a.) kızı Aişe validemize; "Ben ve Rasulullah
(Aleyhissalatu vesselam) mağaraya sığınırken bizi görmeliydin. Peygamberin
ayaklarından kan damlaları görünüyordu. Benim de ayaklarım kaskatı birer taş
gibi olmuştu. Çünkü Rasulullah (Aleyhissalatu vesselam) yalın ayak gezmeye
alışmamıştı" dediğini...
Rasuli Ekrem'in Sevr dağında sığındıkları mağaranın isminin "Athal"
olduğunu...
Hz. Ali'nin, Fahrül Alemin'in ayrılmasından üç gün sonra Mekke'yi terk
ederek yaya olarak Medine'ye hicret ettiğini...
Beni Eşlem kabilesinden Büreyde bin Eslem'in yanında 70 süvari ile hicret
eden kutlu kafileyi yakalamak üzere geldiğini, fakat onlara yaklaştıkça
kalbinde iman nuru parlamaya başlayıp, nihayet yanlarına geldiğinde; "Ya
Rasulullah! Sizin böyle bayraksız yürümenize gönlüm razı olmuyor. İzin verin
de alemdarınız (sancaktarınız) olmak şerefine kavuşayım" deyip, izin alınca
da, sarığını çözüp kargısının ucuna bağladığını ve bu şekilde Küba'ya kadar
önde sancaktarlık yaptığını...
Mekke He Yesrib (Medine) arasının 473 kilometre olup, bu yolun o. zamanlarda
deve üstünde 1314 günde alındığını. Hâlbuki bu yolun sahil yolundan ve
süratle gelmek suretiyle Allah Rasulu tarafından sekiz günde alındığını...
Efendimizin Medine'ye teşrifinden önce Küba'da, Amr bin Afv kabilesi içinde,
Külsüm bin Hidm'in evinde 14 gece misafir kaldığını. Bazı Siyer
yazarlarının, Sa'd bin Hayseme'de misafir olduğunu söylediklerini. İki
rivayetin arasını te'lif edenlerin ise geceleri Külsüm bin Hidm'e misafir
olduğunu, gündüzleri ashabı ile oturup görüştüğü yerin ise İbni Hayseme ’nin
evi olduğunu söylediklerini...
Allah Rasulü'nün Medine'ye teşrifinde Beni Neccar sülalesinin küçük
kızlarının ellerinde deflerle büyük bir sevinç içinde: "Biz Neccar
sülalesinin kızlarıyız. Ne güzeldir Muhammed'in komşuluğu" beyitlerini hep
bir ağızdan söylediklerini. Onların bu coşkusuna tebessümle mukabele eden
Efendimizin "Gerçekten beni seviyor musunuz?" sorusuna; "Evet" dediklerinde,
Peygamberimizin; "Vallahi, benim de kalbim size karşı sevgiyle dopdolu"
buyurdugunu...
Bera bin Azib'in "Medine halkının Rasulullah'ın Medine'ye teşrifine
sevindikleri kadar başka hiçbir şeye sevindiklerini görmedim" dediğini...
Allah Rasulu'nun (Aleyhissalatu vesselam) Eba Eyyubu Ensari'nin evinde 7 ay
misafir olduğunu...
Rasulullah'ın Medine'ye teşrifinde Ebu Eyyub hazretlerinin devenin yükünü
çözüp evine götürdüğünü. Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) kendilerinde
misafir olması için yalvaranlara; "Bir adam yüküyle beraber olmalı"
buyurduğunu...
Rasuli Ekrem'in (Aleyhissalatu vesselam) Medine'ye teşrifinde Müslüman olan
Yahudi âlimi Abdullah Bin Selam'ın (r.a.) bu kutlu gelişe çok sevindiğini,
hatta halasının kendisine: "Yemin ederim ki, İmranoğlu Musa'nın Medine'ye
gelişini duysaydın, bu kadar sevinmezdin" dediğini...
MEDİNE HAYATI
Serveri Âlem'in Medine'ye ilk teşriflerinde, kendisi ile ilk görüşmesinde
iman eden Yahudi âlemi Abdullah bin Selam'ın Beni Kaynuka Yahudilerinin dini
lideri olup asıl isminin Hüseyin olduğunu, Efendimizin bu ismi Abdullah
olarak değiştirdiğini...
Abdullah bin Selam'ın kendi kavmine; "Musa'ya nazil olan Tevrat'ı Allah
kelamı olarak kabul edip de, Muhammed Aleyhissalatu vesselam'ı ve ona nazil
olan Kur'an'ı inkâr etmek zulümdür" dediğini...
Allah Rasulü'nün (Aleyhissalatu vesselam) Medine'ye teşrifinde Müslümanlar
arasında bir nüfus sayımı yapılmasını emrettiğini Ve Medine'de 1500 Müslüman
bulunduğunun tespit edildiğini...
Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) Medine'de ilk olarak Mescidi Nebevinin
yapımına başladığını. Mescid inşaatının 7 ay sürdüğünü...
Asrı Saadette sahabe olma şerefine eren Yahudilerin sayısının 29 olduğunu...
İslam tarihinde ilk medrese talebeleri diyebileceğimiz Suffa ashabının
sayısının bir zaman kırk kişiye kadar yükseldiğini. Bunlar arasından
Abdullah bin Mesud, Ubeyy bin Kab gibi Kur'an muallimleri, Bilal Habeşi gibi
müezzinler, Ebu Hureyre ve Enes bin Malik gibi muhaddisler, Ammar bin Yasir
gibi kumandanlar, Selmanı Farisi gibi örnek idareciler yetiştiğini...
Suffa ashabının 70 veya 100 civarında olduğuna dair rivayetler varsa da en
doğru görüşün Ebu Nuaym'ın "Ehli Suffe'nin muayyen bir kadrosu olmayıp,
sayının azalıp arttığı"na dair rivayeti olduğunu...
Belazuri'nin nakline göre Rasuli Ekrem (SAV)'in hayatında Medine'de dokuz
mescid olduğunu...
Peygamberimizin zamanında at yarışlarının düzenlendiğini, bunun idaresinin
Hz. Ali'de olduğunu...
İbni Abdülbenin rivayetine göre Müslümanlar arasında bir biriyle kardeş olma
olayının biri Mekke döneminde Muhacirlerin kendi aralarında bir de Medine'de
Ensar ile Muhacirler arasında olmak üzere iki defa cereyan etmiş olduğunu...
Peygamberimizin kardeş ettiği Ensar ile Muhacir'den sefer sırasında bir
tanesini sefere götürüp diğerini aile işlerini yürütmesi için geride
bıraktığını...
Medine'de kardeş yapılan aile sayısının 186 olduğunu...
Birisinin mescitte "Allah'ım beni ve Muhammedi bağışla" demesi üzerine
Rasulü Ekremln "Allah'ın lütuf ve merhametini çok darlaştırdın"
buyurduğunu...
Hz Ali'nin Hz. Fatıma ile evlenirken mihr olarak ancak bir zırh
verebildiğini... Bundan başka eşyasının bir koyun postu ile bir de Yemen işi
eski bir battaniye olduğunu...
Hz. Fatıma'nın çeyizinin; bir divan, bir su tulumu, içi hurma yaprakları ile
doldurulmuş bir yatak, iki el değirmeni, iki su testisi, bir de su küpünden
ibaret olduğunu..."
Peygamber Efendimizin Hz. Fatıma'yı evlendirirken ona "Kızım, kocan
insanların önce Müslüman olanı ve en çok ilmi olanıdır" dediğini. İbni
Abbas'ın da Hz. Ali hakkında "Ben onun ilim denizinden ancak bir damlayım"
dediğini. Hatta insanlar arasında "Ebu Hasan'ın (Hz. Ali) bile çözemeyeceği
bir dava" sözünün darbı mesel haline geldiğini...
O zamanlar ashabın ciddi şekilde açlık imtihanı ile de sınandığını. Bunu
anlatma sadedinde Enes (r.a.) hazretlerinin; "Ra sûlullah'ın ashabından yedi
kişi bir hurmayı emer ve düşen yaprakları yerlerdi. Hatta dudakları bu
yapraklar sebebiyle şişerdi" dediğini...
Rasuli Ekrem'in (Sallallahu’aleyhi ve sellem) hükümdarlara gönderdiği
mektupları Amir bin Füreyre'nin (r.a.) kaleme aldığını...
Peygamberimizin kâtipleri arasında en çok öne çıkan ismin Zeyd bin Sabit
olduğunu... Bu zatın çok zeki olup Bedir'de 10 çocuğa okuma yazma öğretme
karşılığı serbest kalan Müşriklerden birinden okuma yazma öğrendiği,
Efendimizin emri üzerine 15 günde İbraniceyi, 17 günde de Süryaniceyi
öğrendiğini...
Enes bin Malik'in annesi Ümmü Süleym bir çocuk doğurunca, Rasuli Ekrem'in
çocuğu istettiğini. Enes'in kollarında gelen çocuğu kucağına alarak Acve
(İyi cins Medine hurması) hurmasını ağzında ezerek yumuşatıp bebeğin ağzına
koyduğunu. Çocuğun onu yavaş yavaş emmesi üzerine, gülümseyerek
"Medinelidir, hurmayı sever" diyerek latife yaptığını ve dua ederek annesine
gönderdiğini...
Hz. Ebu Zer (r.a.)'in; "Rasulullah vefat edene kadar bizi o kadar güzel
eğitmişti ki, gökte kanat çırpan bir kuşun hareketleri bile bize bir bilgiyi
hatırlatırdı" dedigını...
Abdullah bin Mesud'un (r.a.) "Nebi va'z ve nasihat hususunda bize bıkkınlık
gelmesin diye halimize bakıp ona göre gün ve saat kollardı" dediğini...
İslam'da ilk vakfın, Allah Rasulü tarafından, Muhayrık adlı Yahudi asıllı
Müslüman'ın Rasuli Ekrem'e verilmesini vasiyet ettiği 7 bahçenin
vakfedilmesi ile oluştuğunu...
Bir seferden dönüşünde Hz. Fatıma'nın onu kapıda karşıladığını... Ağlayarak
sevgili babasının yüzünü gözünü öpmeye başladığını. Ağlamasının sebebini
soran Hz. Peygambere "Görüyorum, senin rengin solmuş ve elbisen
yırtılmıştır" dediğini. Bunun üzerine Aleyhi ekmelit tahaya'nın; "Ey Fatıma
ağlama! Zira Cenabı Hak senin babanı öyle bir dava ile göndermiştir ki,
yeryüzünde topraktan, deve tüyünden ve kıldan yapılma ne kadar ev varsa o
dava yüzünden ya aziz veya zelil olacaktır" buyurduğunu...
AHKÂMIN GELMESİ
Hz. Aişe'nin; "Önce mükâfat ve cezaya ilişkin ayetler indi. Kalplerdeki
hazırlık ve duyarlılık oluştuktan sonra emir ve hüküm ayetleri indi. Daha
ilk günden "şarap içmeyin" ayeti inseydi buna kim uyardı?" dediğini...
Hacc ve Zekâtın hicretin 9. senesi farz kılındığını...
Hicret'ten önce akşam namazının farzı üç rekât, diğerlerinin iki rekât
olduğunu... Hicretin ilk senesinde öğle, ikindi ve yatsı farzlarının dört
rekâta çıktığını...
624 Ocak ayında bir pazartesi günü Benî Seleme yurdundaki Benû Harise
mescidinde öğle namazı kıldırılırken kıblenin Kudüs'ten Kabe'ye çevrildiğini
belirten Bakara 144. ayetinin nâzil olması üzerine Efendimizin namaz içinde
yönünü Kudüs'ten Kabe'ye çevirdiğini. Bunun için bu mescide "Mescidi
Kıbleteyn" (iki kıbleli mescid) adını verildiğini...
CİHAD
Müdafaa cihadına (tedafüi harp) ilk izin veren ayet olarak Hac Suresi'nin
39. ayetinin nazil olduğunu...Daha sonraları Tevbe suresi 5. Ayet gibi
ayetler gelerek taarruz safhasına geçildiğini. Bunun da misliyle mukabeleden
ibaret olduğunu...
Habibullah'ın Medine'ye teşrifinden sonra ilk seriyyenin Hz. Hamza
liderliğinde Seyfül Bahr seriyyesi olduğunu...
Hz. Peygamberin ordusunun başında çıktığı ilk gazvenin Ebva (Veddan) gazvesi
olduğunu... Bazı tarihçilere göre ise ilk gazvenin Buvat Gazvesi olduğu,
Ebul Hasen en Nedvi'nin ikisinin bir gazve olduğunu yazdığını. Bazılarının
ise, Buvat gazvesinin Ebva'dan bir ay sonra gerçekleştiğini yazdığını...
Kab Bin Malik (r.a.)'in:"Hz. Peygamber bir SAVaşa gitmek istediğinde ona
dair tevriyeli bir ifade kullanırdı" dediğini. Buhari yorumcularının bunu:
"Hz. Peygamber böyle durumlarda manası iyice
anlaşılmayan ve iki de9'Şik rnanaya gelebilen kelimeler kullanırdı" diye
açıkladığını...
Ashabı Kiram'ın; "Rasulullah (Aleyhissalatu vesselam) Savaştığımız zaman
cemaat olmamızı, sabır ve sükûnetimizi muhafaza etmemizi emrederdi"
dediklerini...
Süheyl bin Amr'dan gelen bir rivayete göre Rasulullah'ın (Aleyhissalatu
vesselam); "Herhangi birinizin Allah için cihada geçen bir saatlik ömrü,
çoluk çocukları içinde geçen bütün ömrü boyunca yaptığı amellerden daha
sevaplıdır" buyurduğunu...
Halid bin Velid (r.a.)'in vefat ederken şöyle dediğini; "Rasulullah
tarafından yolculuğa çıkarılan bir askeri müfreze içinde idim. Ayaz ve buzlu
bir gece idi. Düşmanla karşılaşmak için sabırsızlıkla sabahı bekledim.
Yeryüzünde benim için o geceden daha tatlı bir ömür yoktur. Kazançlı olmak
istiyorsanız cihada sarılın" dediğini...
Rasulullah'ın (Aleyhissalatu vesselam) Arabistan'da çok kuvvetli bir haber
alma ağı kurduğunu. Müminlerin Mekke'deki kulaklarının Abbas bin
Abdülmuttalib ve Beşir bin Süfyan olduğunu. Yahudilere ait bilgileri
toplamak için de Zeyd bin Sabit'e İb raniceyi öğrenmesinin emredildiğini...
Allah Rasulü'nün ordusunun manevi donanımına da çok ehemmiyet verdiğini...
Mesela Abdullah bin Ömer'in (r.a.); "Cihada giderken, önümüze bir bayır
çıktığında tekbir getirmek, iniş geldiğinde "Subhane Rabbiyel Ala" diyerek
teşbih okumak âdetimizdi" dediğini...
Ebu Talha el Ensari'nin (r.a.); "Efendimiz bir topluluğa galip gelince orada
üç gün kalırdı" dediğini...'76
İslam ordusunun Bedir'deki sloganın; Ya Mansur Amit (Ey zafer veren Allah,
öldür) ve Ehad! Ehad! (Allah birdir... Allah birdir) Uhud'da "Emmet Emmet"
(Kureyş helak oldu...) Hendek'te ise; "Düşman galip gelemez" olduğunu...
Genel olarak Rasulullah'ın ordularının düşmanı amansız bastırmak için gece
ilerleyip, gündüz gizlendiklerini...
Rasulullah'ın "Her kim Allah yolun dahedefe varsın varmasın bir ok atarsa,
attığı bu ok kıyamet gününde kendisi için bir nur olur" buyurduğunu...
Abdürrezzak bin Abbas (r.a.)'ın "Rasulullah hiçbir kavimle önce onlara
Müslüman olmayı teklif etmeden SAVaşmamıştır" dediğini...
Numan bin Mukarrin'in (r.a.); "Rasulullah herhangi bir SAVaşta bulunup da
sabah serinliğinde SAVaşa başlamadığı vakit, namaz vakti gelmeden ve
rüzgârlar esmeye başlayıp SAVaş kolaylaşmadan SAVaşa acele etmezdi"
dediğini...
İbni Teymiye'nin (El Cevabüs sahih limen bedele dine'l Mesih) aslı eserinde
Hazreti Peygamber'in yaptığı bütün SAVaşların müdafaa harbi olduğunu
yazdığını ve Bedir ile Hayber'i bundan istisna saydığını...
İbnu Sad'in rivayetine göre, Allah Rasulü'nün Ensar'ı, Bedir Gazvesine kadar
hiçbir seriyyeye davet etmediğini. Bunun sebebinin de Akabe beyatlarında
Ensar'dan Medine'de kendisini koruyacaklarına dair söz almış olması
olduğunu...
Ahirzaman Peygamberinin dokuz adet kılıcının olduğunu...
BEDİR SAVAŞI
Bedir Savaşından önce Serveri Ekrem'in halası Atike binti Abdülmuttalib'in
korkulu bir rüya gördüğünü ve kardeşi Abbas'a bu rüyayı şöyle anlattığını;
"Mekke'ye devesi ile giren bir adam ; "Ey cemaat üç güne dek muharebeye
yetişiniz" diye haykırıp, daha sonra Ebu Kubeys dağına çıktı. Burada yüksek
bir kayayı şehre doğru yuvarladı. Kaya parçalandı ve Mekke'deki her bir eve
bir parçası isabet etti." Daha sonra da Atike'nin bu rüyayı; "Üç gün içinde
Kureyş'e büyük bir musibet erişecek" diye tabir ettiğini. Bu rüyanın hızla
yayılarak müşrik ordusunun moralini son derece bozduğunu...
Bedir Savaşında Allah Rasulünün sancaktarın Musab bin Umeyr olduğunu...
Bedir Savaşının Kur'an'da "yevm ül furkan" (hak ile batılın birbirinden
ayrıldığı gün) olarak vasıflandırdığını... (Enfal:41)
Bedir Savaşına giderken, Efendimizin gece yürüyüşü sırasında dikkat çekmemek
için develerin boyunlarındaki çıngırakları çıkarttırdığını...
Rasulullah'ın Bedir harbi başlamadan az önce, Ebu Süfyan'ın kervanından
haber almak için casus olarak Besbes bin Bişr'i gönderdiğini. Aynı maksatla
Şam yolu tarafına Talha bin Ubeydullah ve Said bin Zeyd'i gönderdiğini...
Sahabenin gençlerinin dahi cihad aşkıyla yandığını. Mesela bunlardan biri
olan Abdullah İbni Ömer'in şunları anlattığını " "Bedir günü Hz. Peygamber'e
gösterilerek SAVaşa katılıp katılamayacağım soruldu. O da yaşımı küçük
görerek müsaade etmedi. Bunun üzerine o kadar üzüldüm ve ağladım ki bu
yüzden sabaha kadar uyuyamadım. Bütün ömrüm boyunca böyle bir gece
geçirdiğimi hatırlamıyorum."
Bedir muharebesinin hicretin ikinci yılı Ramazan'ın 17. günü cereyan
ettiğini...
Bedir Savaşı öncesinde Kureyş'in yakalanan su taşıyıcılarının kendisine
Bedir'egelen Kureyş eşrafını haber verince Nebiyyi Ekrem'in ashabına
dönerek; "İşte, Mekke ciğerinin parçalarını size atmış" dediğini...
Bedir Savaşında Müslümanların tek atı olduğunu... Sahibinin de Zübeyir bin
Avvam olduğu...
Bedir günü Rasulullah'ın elinde bir okla, ordusunu kendi elleriyle hizaya
soktuğunu... Hiç kimsenin SAVaş başlamadan en ufak bir ses dahi çıkarmasının
istenmediğini...
İslam ordusunda birbirlerini tanımak için umumi parolanın Ehad, Ehad (Allah
birdir, Allah birdir) olmasının yanı sıra bazı hususi parolaların da tespit
edildiğini. Buna göre Süvarilerin "Ey Allah’ın süvarisi", Muhacirlerin "Ey
Benî Abdurrahman",
Hazreclilerin "Ey Benî Abdullah" ve Evslilerin "Ey Benî Ubey dullah"
parolalarını kullanmalarının kararlaştırıldığını...
Taberi, Tefsirinde yazdığına göre, Bedir günü Rasulullah'ın ordusuna; "Ey
Müslümanları Allah'ın size yardımcı olarak gönderdiği melekler ayırıcı
işaretler taşımaktalar. Sizler de ayırıcı işaretler taşıyın" diye ferman
etmesi üzerine temin edebilenlerin başlık ve miğferleri üzerine yünden
püsküller koyduklarını...
İbni İshak'ın İbni Abbas'tan rivayetine göre meleklerin fiiJen harbe
iştirakinin Bedir harbinin hususiyetlerinden olduğunu. Diğer harplerde ise
fiilen SAVaşmayıp müminlerin kalplerini sabitleştirmek ve sakinleştirmek
için indiklerini...
Rasuli Ekrem'in Bedir Gazvesinde SAVaş alanına nazır bir yerde "El Ariş"
adlı komuta çadırını kurdurduğunu ve başına da muhafızlar diktiğini. Böyle
bir uygulamanın o zaman Araplarınca bilinmediğini...
Hatemül Enbiyanın (Aleyhissalatu vesselam) Bedir'de yaptığı bir diğer
sürprizin de ordusunu saf düzenine sokmak olduğunu ve bunun da Araplarca
bilinmediğini...
Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) her mevzi için ayrı ayrı kumandan tayin
ettiğini...
Rasulullah’ın (Aleyhissalatu vesselam) Bedir bir gün önce ordugâhta, Rabbine
yalvarışı Hz. Ali (r.a.)'nin şöyle anlattığını: "Yemin ederim ki, o gece ben
kime baksam yatıyordu. Yalnız Rasulullah (Aleyhissalatu vesselam) sabaha
kadar ağacın altında namaz kılıyor ve dua ediyordu."
Bedir muharebesine katılmak isteyen Ümmü Varaka adlı hanım sahabeye Allah
Rasulünün "Sen evinde otur, Kur'an oku. Muhakkak ki Allah sana şehitlik
nasip eder" diye ferman ettiğini. Daha sonra Hz. Ömer devrinde bu kadının
evinde biri kadın diğeri erkek iki uşağı tarafından geceleyin üzerine kadife
örtü basılarak şehid edildiğini...
Bedir Savaşının ilk şehidinin Mihca adlı muhacir sahabe olduğunu. Peygamber
(Aleyhissalatu vesselam): "Mihca şehidlerin efendisidir" buyurduğunu. Bedir
harbinin ensardan ilk şehidinin Umeyr bin Humam el Ensari olduğunu... Bu
zatın aynı zamanda bu harpte oktan başka bir silah ile şehid olan ilk kişi
olduğunu... ’
Bir rivayete göre, Efendimizin bizzat kabrine inerek defin ettiği tek zatın
amcasının oğlu, Bedir şehitlerinden Ubeyde bin Haris olduğunu...
Bedir günü Muhacirlerden 6, Ensar'dan 8 olmak üzere toplam 14 şehid
verildiğini...
Fahrı Kâinat'ın Bedir zaferini müjdelemek için Abdullah bin Revaha ile Zeyd
bin Sabit'i önden gönderdiğini...
Bedir dönüşü, esirler arasında bulunan Rasulü Mücteba'nın iki azılı düşmanı;
Nadir bin Haris (Bedir günü Kureyşin sancaktarıydı) ile Ukbe bin Muayt'ın
"SAVaş suçlusu" olarak yolda idam edildiğini... Ukbe'nin ölmeden önce;
"Çocuklarım kime kalıyor?" sorusuna Rasulullah'ın (SAV); "Cehenneme!"
cevabını verdiğini...
Katlolacağı sırada Ukbe'nin Rasulullah'a (Aleyhissalatu vesselam); "Bütün
Kureyş içinde öldürecek yalnız beni mi buldun?" diye sormasına üzerine
Cenabı kudsiyet meab Risaletpenahi’nin (SAV); "Evet" buyurduğunu. Canını
cehenneme bizzat Efendimizin gönderdiğini ve "Kâbe ve makamı İbrahim'in
arkasında ben namaz kılıp secdede iken bu herif, ansızın omuz başlarıma
çöküp elbisesini boynuma doladı ve beni boğmaya uğraşmıştı. Bir defasında da
Benû fülanın kesilmiş devesinin döl eşiğini getirip üzerime attı idi"
buyurduğunu...
Rasulullah'ın Bedir ganimetleri arasında Ebu Cehil'in devesini Safıy
(Kumandanlık hakkı) olarak aldığını. Ayrıca Münebbih bin Haccac'ın kılıcı
Zülfikar'ın Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) hissesine düştüğünü...
Bedir ulularının cesetlerinin Kalib adlı bir kuyuya atıldığını...
Talha bin Ubeydullah'ın (r.a.) Bedir Savaşından önce, Muhacirlerin mali
sıkıntılarını gidermek için, Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) emriyle,
ticaret amacıyla Şam'a gönderildiğini. Ticaret alanındaki mahareti ile
tanınan bu şanlı sahabenin Bedir Savaşına katılamamasına rağmen Allah
Rasulünce (Aleyhissalatu vesselam) Bedir Ashabı arasında sayıldığını...
Habibullah'a suikast için Medine'ye gelen Umeyr bin Vehbln karşılaştığında
Efendimize (Aleyhissalatu vesselam) iman etmesi üzerine Hz. Ömer'in (r.a.);
"İlk geldiğinde bir domuz bana ondan daha sevimliydi. Şimdi o bana
çocuklarımdan daha sevimli" dediğini...
UHUD HARBİ
Uhud'a gelirken Ebva'ya uğrayan Kureyş ordusunda Hind binti Utbe'nin, Rasulu
Ekrem (Aleyhissalatu vesselam)'ın annesi Amine'nin kabrini açma teklifinde
bulunduğunu... Ama bunu kötü bir çığır açacağını düşünen reislerce bu
teklifin hoş görülmediğini...
Uhud Savaşı öncesi, o sırada Mekke'de bulunan ve İslam olduğunu gizleyen Hz.
Abbas'ın (r.a.) Kureyşlilerin bütün askeri hareketlerini gizli bir mektupla
Rasulullah'a ulaştırdığını...
Uhud harbi öncesi Rasulullah'ın Medine'de kalıp şehir SAVunması yapılmasını
istemesine karşın meydan muharebesi fikrini ileri süren heyecanlı grubun
başını Hz. Hamza (r.a.)'nın çektiğini... Hatta Efendimize (Sallâllahu aleyhi
ve sellem) "Sana kitap indirene yemin ederim ki, Medine dışında kılıcımla
onlara karşı çıkmadıkça hiçbir şeyi ağzıma koymayacağım" dediğini...
Uhud harbinde Habibi Ekrem'in (Aleyhissalatu vesselam) orduyu üç kısma
ayırdığını, bunların:
1 Muhacirler birliği (Sancaktarı; Musab bin Ümeyr)
2 Evs kabilesi birliği (Sancaktarı; Üseyd bin Hudayr)
3 Hazrec kabilesi birliği (Sancaktarı; Habbab bin Münzir)
olduğunu...
Uhud Savaşında Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) bindiği atın isminin
Sekb (akan su) olduğunu...
Uhud harbinin başlangıcında ortaya fırlayıp er dileyen Kureyş sancaktarı
Talha bin Ebi Talha adlı meşhur SAVaşçının karşısına Hz. Zübeyir bin
Avvam'ın (r.a.) çıkarak bir hamlede onu devesinden düşürerek canını
cehenneme gönderdiğini. Onun bu kahramanlığı karşısında Zatı Risaletpenah'ın
(Sallallahu aleyhi ve seliern); "Her Peygamberin bir havarisi vardır. Benim
havarim Zübeyir'dir" buyurduğunu...
Artır bin Sabit’in (r.a.) Uhud günü Müslüman olup akabinde hemen şehid
düştüğünü. Bunun için kendisine "Hiç namaz kılmak sızın cennete giren âdam"
dendiğini. Aynı durumun Hayber Savaşında Yahudilerin çobanı iken gelip
İslam'a giren Yesar adlı Habeşli köle gibi bazı müminlere de müyesser
olduğunu...
Uhud Savaşında bir ara Efendimizin etrafında sadece Talha bin Ubeydullah
(r.a.) ile Sad bin Ebu Vakkas (r.a.) kaldığını... Bu çok tehlikeli anlarda
Utbe bin Ebu Vakkas adlı kâfirin taş atarak Rasulullah'ın dişini
kırdığını... Abdullah bin Şihab adlı bir diğerinin Rasulullah'ın alnını
yaraladığını... Abdullah bin'Kamie adlı bir azgının da vurduğu iki darbe ile
Allah Rasulünün miğferini parçaladığını. Miğferin iki halkasının
Habibullah'ın (s.a.v.) mübarek yüzüne saplandığını...
Uhud'da bir kılıç darbesiyle mübarek yüzü kanla kaplanan Allah Rasulünün
"Peygamberinin yüzünü kana bulayan bir topluluk nasıl kurtulur ve mutlu
olur?" dediğini...
Malik bin Sinan (r.a.) hazretlerinin yüzünden yaralanan Ha bibi Ekrem
(Aleyhissalatu vesselam)'ın yarasını emerek kanını yuttuğunu.
Peygamberimizin onun hakkında "Kim kanımın kanına karıştığı bir kimseye
bakmak isterse Malik bin Sinan'a baksın" buyurduğunu...
Uhud günü Rasuli Zişan'ın (Aleyhissalatu vesselam) parmağından
yaralandığında, yaranın sızlaması üzerine parmağına bakıp; "Parmağım! Sen
yalnız kanayan bir parmak değil misin? (Yoksa ne kırıldın, ne düştün). Bu
kazaya da boş yere değil, Allah yolunda uğradın" buyurduğunu...
Efendimizin Uhud'da tehlikeli bir anı daha sonraları anlatırken "Sağıma ve
soluma döndüğümde Ümmü Umare (Hz. Nesibe)'nin SAVaştığını görüyordum "
buyurduğunu...
Hz. Nesibe binti Kab'ın Rasulullah'ı korumak için Uhud'da erkeklere parmak
ısırtacak kadar cansiperane çarpıştığını. Rasulu Ekrem'in (Aleyhissalatu
vesselam) onun bu durumunu görünce; "Ey Ümmü Umare! Senin katlandığın,
dayanabildiğin şeye herkes dayanamaz ve katlanamaz" buyurduğunu. Bu şanlı
sahabiyenin omzundan derin bir yara alması üzerine de oğlu Abdullah'a
hitaben de; "Annenin yarasını sar, annenin" diye ferman ettiğini...
Uhud'un parmak ısırtan kahramanlarından biri olan Enes bin Nadr'ın vücudunda
şehid olduğunda irili ufaklı seksen kadar kılıç, ok, mızrak yarası
bulunduğu, tanınmayacak hale gelmiş bu er oğlu erin ancak vücudundaki bir
ben yahut parmaklarından kız kardeşi tarafından tanınabildiğini...
Fahrı Kâinatın (Aleyhissalatu vesselam) Uhud günü önünde düşmana ok yağdıran
Sa'd bin Ebu Vakkas'ı teşvik sadedinde; "At, ey Sa'd. Anam babam sana feda
olsu. At, ey kısa boylu, kuvvetli delikanlı" buyurduğunu...
Uhud'da Rasulullah'ın mübarek sağ alt dişinin kırılmasına sebep olan Utbe
bin Ebu Vakkas'ın aynı gün Hatib bin Ebi Beltaa tarafından öldürüldüğünü...
Azılı müşriklerden Abdullah b. Şihabı Zühri, Utbe bin Ebi Vakkas, Abdullah
bin Kamie ve Übeyy bin Halefin Uhud günü ne pahasına olursa olsun
Rasulullah'ın hayatına son vermek üzerine and içtiklerini... Efendimizin de
buna karşılık "Allahım! Onların hjçbiri seneye ulaşmasın" dediğini... Ubeyy
ile Utbe'nin Uhud da cehenneme gittiklerini. İbni Şihab'ı Mekke yolunda ak
benekli dişi bir yılan'ın sokup öldürdüğünü... Allah Rasulunun yüzünü
yaralayan İbni Kamie melunun da o gürtıerde Mekke'de bir dağda, bir koyun
veya yaban keçisinin süsmesiyle didik didik olup parçalanarak can
verdiğini...
Efendimizin Uhud günü Ebu Amir bin Rahib adlı kâfirin daha önceden
hazırladığı çukur tuzaklardan birine düştüğünü. Çukurdan çıkmaya gücü
yetmeyince kendilerini Hz Talha'nın sırtına alarak çıkardığını...
Hz. Talha'nın (r.a.) Uhud günü Cihanın efendisini koruma uğruna gösterdiği
kahramanlıkları anlatma babında, Hz. Ebubekir'in (r.a.) o günü anlatırken
devamlı; "O gün tamamen Talha'nın günüdür" dediğini...
Beyhaki'nin rivayetine göre Serveri Ekrem'in (Aleyhissalatu vesselam)
Uhud'da önünde cansiperane çarpışan Talha bin Ubeydullah (r.a.) için: "Bugün
Talha'nın günü oldu" buyurduğunu...
Uhud harbinde Hz. Talha'nın (r.a.) Habibullah'ı korumaya çalışırken bir ara
kan kaybından dolayı bayıldığını...
Talha’nın bayıldığını gören Efendimizin "Bakın kardeşinize... Canını teslim
etti herhalde” buyurduğunu...
Hz. Talha'nın bu SAVaşta 35 veya 39 yara aldığını... Şehadet ve orta
parmaklarının koptuğunu... O gün Rasulu Ekrem (Aleyhissalatu vesselam);
"Yeryüzünde yürüyen bir şehid görmek isteyen Talha bin Ubeydullah'a baksın"
buyurduğunu... Hz. Ebubekir'in ise; "Ya Talha bin Ubeydullah, vacip oldu
sana cennetler. Senin için hazırlandı Huriler" dediğini...
Peygamberimizin (Aleyhissalatu vesselam) Hz. Talha'ya o günkü
kahramanlıklarından sonra "Talhatü'lHayr" (Hayırlı Talha) demeye
başladığını…
Uhud günü bayılan Hz. Talha'nın (r.a.) yüzüne su serperek kendisini ayıltan
Hz. Ebubekir'e ilk sorusunun; "Rasulullah'a ne yapıyor?" olduğunu. "İyidir,
beni sana O gönderdi" cevabı karşısında da "Allah'a şükürler olsun!
Rasulullah sağ olduktan sonra her musibet bizim için hiçtir" dediğini...
Hz. Peygamberin Uhud'da yaraları ve yorgunluğu sebebiyle, tepeyi
tırmanamayınca, ağır yaralarına rağmen Hz. Talha'nın Efendimizi (s.a.v.)
sırtına alarak gerekli yüksekliğe çıkardığını...
Uhud'da en çok kahramanlık gösterenlerin şu dört zat olduğunu: Hz. Hamza,
Hz. Ali, Ebu Ducane, Hz. Talha
Uhud harbinde Hz. Talha'nın 75 yara aldığını, Başının dört köşeli
yarıklığını, uyluk damarının baştan sola kesildiğini, elinin birinin de
çolak kaldığını...
Allah Rasulunun Hz. Talha'yı çök sevdiğini. Onu bir iki gün göremeyince;" Ne
oldu ki ben o şirin, açık ve güzel konuşan dostumu göremiyorum" demeye
başladığını— Ve ona Feyyaz (Feyizli), Hayırlı Talha ve Cömert Talha diye
hitaplarda bulunduğunu...
Abdurrahman bin Afv (r.a.) hazretlerinin de Uhud'da 21 yerinden yara
aldığını ve sendeleyerek yürüyebildiğini...
Uhud gününün kahramanlarından birinin de Hz. Enes bin Ma lik'in üvey babası
Ebu Talha (Zeyd îbni Sehl) olduğunu... Bu cengâver bahadır zat hakkında
Rasuli Ekrem'in (SAV); "Ebu Talha'nın gaza meydanında bir haykırması yüz
dilâverin harbinden hayırlıdır" buyurduğunu...
Serveri Ekrem (Aleyhissalatu vesselam)ve ashabı Uhud harbi sonrası
çekildikleri tepede öğle namazını yorgunluk ve bitkinlikten ancak oturarak
kıldıklarını ve sonra bir gözcü dikerek derin ve sakin bir uykuya
daldıklarını...
Uhud'dan dönüşte Rasuli Ekrem (Sallallahu aleyhi ve sel lem)'in akşam
namazını kıldıktan sonra istirahat buyurduğunu ve daldığı derin uykudan
uyanamadığından Yatsı namazını evinde eda ettiğini...
Ebu Süfyan'ın Uhud harbi sonrası Hz. Hamza'nın mübarek ağzına mızrağını
batırarak "Bunu tat ey hain" dediğini..."
Abdullah bin Mesud'un (r.a.) "Peygamberimizin Hamza için ağladığı kadar
başka bir şey için ağladığını görmedik. Onu kıble tarafına koydu. Sonra
cenazesinin başında durdu. Yüksek sesle, katılırcasına ağladı" dediğini...
Uhud günü Hz. Hamza'nın kız kardeşinin oğlu ve sütkardeşi Abdullah bin Cahş
ile aynı mezara gömüldüğünü...
Uhud dönüşünde Hamne binti Cahş'a kardeşi Abdullah bin Cahş ile dayısı Hz.
Hamza'nın şehadeti haber verildiğinde tevekkülle karşıladığını ama kocası
Musab bin Ümeyr'in şehid olduğu haberi üzerine kadının bir çığlık
kopardığını... Bunun üzerine Fahr ı Kâinatın "Elbette kadının hayatında
kocasının ayrı bir yeri vardır" buyurduğunu...
Rivayetlerin ittifakına göre Uhud harbinde İslam ordusunun kaybının Evs
kabilesinden 24, Hazrec'den 41, Muhacirlerden 4 ve de anlaşmalı Yahudilerden
bir (Muhayrık) olmak üzere 70 kişi olduğunu... Kureyş ordusunun toplam
kaybının ise 37 kişi olduğunu...
Uhud'da kâfir kayıplarının İbni İshak'ın 22 demesine karşın ince bir hesapla
hesaplandığında 37 çıktığını.
Âli İmran suresindeki 60 ayetin Uhud Savaşı ile alakalı nazil olduğunu...
HAMRAU'L-ESED GAZVESİ
Hamrau'lEsed gazvesine sadece Uhud'a katılanların gelmesine izin
verildiğini. Efendimizin sadece mazereti dolayısıyla Uhud'a katılamayan
Cabir bin Abdullah'a (r.a.) izin verdiğini...
Hamrau'lEsed gazvesinin Uhud Savaşının ikinci günü yapıldığını...
Bedir'de esir düşüp, bir daha İslam aleyhine çalışmaması şartıyla fidyesiz
serbest bırakılan cahiliyye şairi Ebu Azze bin Amr'ın, Hamra'ül Esed
vakıasında tekrar Müslümanlara esir düştüğünü. Tekrar af edilmesi isteğine
Habibullah'ın "Yanaklarını silip, "Muhammed'i iki defa aldat
t)rn" dedirtmemek için seni serbest bırakmam. Mümin bir delikten iki defa
ısırılmaz" buyurduğunu...
BENİ NADİR YAHUDİLERİ İLE SAVAŞ
Beni Nadir Yahudileriyle olan SAVaş hakkında Kur'an'da Haşr suresinin nazil
olduğunu... Hatta İbni Abbas'ın ; "Bu sureye Nadir suresi de diyebilirsin"
dediğini...
RECİ VE Bİ'Rİ MÂUNE FACİALARI
Uhud sarsıntısının civar bedevi kabilelerini ve Yahudileri azdırdığını.
Hüzeyl kabilesinden Süfyan bin Halid’in Medine'yi basmak için adam
topladığını. Hatta Abdullah bin Üneys (r.a.)’in bu hadiseyi planlayan Süfyan
Bin Halid'in hakkından gelmek için Efendimizden izin alıp, bu adamın
karargâhı olan Batnı Arne vadisine girdiğini. Bir hile ile onu karargâhından
uzaklaştırıp öldürdüğünü. Medine'ye vardığında Rasulullah'tan "Yüzün ak
olsun" duası ile bir âsâ hediye aldığını. Efendimizin (SAV): "Cennette bu
âsâya dayanırsın" iltifatına nail olduğunu...
Enes bin Malik (r.a.)'in ; "Rasulullah'ın Bi'ri Mâune katillerine kızdığı
kadar başka hiç kimseye kızdığını bilmiyoruz" dediğini...
Efendimizin ashabını haince öldüren Useyye, Zekvan, Rail kabilelerine bir ay
boyunca her sabah beddua edildiğini. Çok geçmeden bu kabilelerde çıkan veba
Ve kıtlık yüzünden 700 kişinin öldüğünü...
HENDEK SAVAŞI
Efendimizin çölde kurduğu inanılmaz haber alma servisi sayesinde Kureyş'in
Hendek harbi hazırlıklarının kendisine dört günde ulaştığını...
Hendek Savaşında Medine'yi korumak için kazılan hendeğin 6 günde
(bazılarınca iki hafta) hazırlandığını...
Efendimizin (SAV); yanına 3000 insan alıp, kendisi de bizzat işin içinde
olmak üzere bu 3000 insanla hendek kazmaya başladığını. Kişi başına bir
arşın hendek kazımı yer düştüğünü... Onları, onar onar gruplara ayırıp ve
böy lece yine meseleye bir yarış havası verildiğini... Derinliğin, atıyla
oraya düşen bir insanın, bir daha çıkamayacağı şekilde ayarlandığını...
Genişliğin ise, en mahir süvarinin dahi geçemeyeceği ölçüde planlandığını...
Kazılan hendeğin beş arşın (3.40 cm) derinliğinde olduğunu...
Hendeğin sadece bir yerinin aceleye geldiğinden biraz dar kaldığını. Oradan
iyi atlıların geçebileceğini düşünen Rasulullah ’ın (SAV); "Müşriklerin
buradan başka bir yerden geçip gelebileceklerinden korkmuyorum"
buyurduğunu.264
Allah Rasulünün (SAV); Hendeğin dar geçidinden bir saldırı ihtimaline binaen
geceleri bizzat denetlediğini. Hatta Hz. Aişe'nin bu durumu anlatırken;
"Rasulullah hendekteki gediği beklemek için gidip geldiği sırada soğuktan
tir tir titriyordu" dediğini265
Hendeğin dar yeri hakkında şöyle bir yorumun da bulunduğu nu; "Hendeğin dar
bir yeri vardı. Usta bir binici ve iyi bir at, buradan zor da olsa atlayıp
karşıya geçebilirdi. İlk bakışta, bu bir ihmal gibi görülebilirdi; hâlbuki
orada da yine Allah Rasulü'nün akıllara durgunluk veren fetanetine bir geçit
vardı. Zira en güçlü ve en kuvvetli olan müşrikler, bu dar yerden atlamayı
deneyecekler ve teker teker Müslümanların ortasına düşeceklerdi. Bu da bir
yoldu ama mevsimi geleceği ana kadar bunu kimse fark etmeyecekti... Derken
hâdiseler döndü dolaştı, sonunda gelip Resûlullah'ın dediğine ulaştı. Evet,
hâdiseler, aynen Allah Rasulü'nün düşündüğü şekilde cereyan etti. Civarın en
meşhur muharipleri, şanslarını denemeye başladılar ve bir bir telef
oldular."
Kuşatmaya katılan düşman sayısının en az on bin, Fethulbari müellifi İbni
Haceri Askalani'ye göre ise 24 bin olduğunu...
Hendek harbinde Muhacirlerin sancağının Zeyd bin Harise'de, Ensarın
sancağının da Sa'd bin Ubade'de olduğunu...
Kureyzalıların ihaneti Hz. Ömer tarafından Peygamberimize ulaştığında, Allah
Rasulünün üzüntüsünden, elbisesini toplayıp uzandığını... Uzun bir süre
beklediğini. Sonra dudaklarından "Hasbünallahü ve ni'melVekil (Allah bize
yeter; O, ne güzel bir vekildir) cümleleri döküldüğünü. Bu musibetin herkese
çok ağır geldiğini...
Hendek Savaşında Kureyza Yahudilerinin ihaneti üzerine Efendimizin şehrin
değişik yerlerine 500 kadar asker gönderdiğini. Bunların gece boyunca
getirdikleri tekbirlerin Kureyzalıları ürkütüp yerlerinden kımıldamamalarını
sağladığını...
Hendek harbinde müminlerin parolasının "Ha Mîm, lâ yunsarûn"(Hâ Mîm, yardım
görmesinler.) olduğunu...
İbni Abdür Rabbih'in İkd'ül Ferid adlı eserinde nakline göre Hz. Zübeyr'in
hendeği atlamayı başaran süvarilerden Osman bin Abdullah bin Mugiyre'yi
atının eğerine kadar ikiye biçtiğini. Bu duruma çok şaşıran sahabelerin
"Senin kılıcın gibisini görmedik. Ne kadar keskinmiş" demesi üzerine bu
kahraman insanın "İşi gören kılıç değil eldir" cevabını verdiğini...
Hendek muharebesinde Kureyşlileri Mekke'ye dönmeye sevk eden sebeplerden
birinin yaklaşan Hac Mevsimi ve bunun getireceği kazançtan mahrum olmama
isteği olduğunu...
Hendek Savaşında Müslümanların 7 şehidinin olduğunu, müşrik ordusundan da 4
ölü verildiğini...
Hendek harbinde aldığı bir okla yaralanan Sa'd bin Muaz'ın bu durumunun
ashabı çok üzdüğünü. Bunla alakalı şöyle bir rivayet olduğunu; " Sa'd b.
Muaz, Hendek gününde atılan bir okla yaralandığında onun kanı Hz.
Peygamberin üzerine akıyordu. Hz. Ebubekir geldi ve "Bizim belimiz kırıldı"
dedi. Hz. Peygamber, "Ey Ebubekir! Sus!" dedi. O esnada Hz. Ömer geldi ve
"Biz Allah içiniz ve Allah'a döneceğiz" ayetini okudu...
Taberani'deki bir rivayete göre Sad bin Muaz'ın cenazesinden dönerken Nebi
(Aleyhissalatu vesselamdın gözyaşlarının sakalını döküldüğünü. Ashabın da
çok ağladığını...275
Hendek Savaşının bittiği gün Müslümanların Müşrik ordusundan birçok yiyecek
ganimet aldığını. Bu arada Hayber Yahudile rin Müşriklere gönderdiği 20 deve
yükü hurma ve erzakın da ele
geçmesi üzerine günlerdir aç kalan mümin ordugâhında sevinç içinde güzel bir
ziyafet çekildiğini...
Hendek kazılan yere günümüzde birkaç Mescid yapıldığı ve bunların "Hendek
Mescidleri" diye isimlendirildiğini...
YENİ AHKÂMIN GELMESİ VE BAZI HADİSELER
Hicretin beşinci senesinde ay tutulunca Yahudilerin "Aya büyü yapıldı" diye
tas çalmaya başladıklarını. Müslümanların ise Yasin Suresindeki ay ve güneş
hakkındaki ayetleri okumakla iktifa ettiklerini. Peygamber Efendimizin de
ilk defa Husuf namazını kıldığını...
Yine aynı sıralar Medine'de bir zelzele olduğunu. Rasuli Kibriya
Efendimizin) (Aleyhissalatu vesselam): "Rabbiniz, sizi, razı olacağı duruma
döndürmek istiyordur. O halde siz de onun rızasını dileyiniz" buyurduğunu...
Yine bu yıl içinde Rasulu Ekrem'in (Aleyhissalatu vesselam) attan düşüp, sağ
dizini yaraladığını. Namazlarını oturarak kıldığını... Bu vesile ile
oturarak namaz kılmaya dair hükümlerin tesis edildiğini...
Yine bu sene hicap ayetleri ve tesettür emrinin geldiğini...
Bu sene yapılan Beni Mustalık gazvesindeki su sıkıntısı dolayısıyla teyemmüm
hakkında hükmün geldiğini...
Yine bu sırada zina iftirası cezası hakkında hükümler nazil olduğunu...
HUDEYBİYE
Hayber Yahudilerinin Kureyşlilerle ile İslam askerleri iki şehirden birine
yürüdüğünde diğerinin Medine'ye saldırması konusunda anlaştığını... Bunun
üzerine Allah Rasulü'nün Mekkelilerle Hudeybiye sulhunu imzalayarak
taraflardan birini devre dışı bıraktığını, akabinde ise Hayber'e yürüyerek
bu fitne kazanını yere çaldığını...
Salâtı Havf (Korku namazı) hakkındaki hükmün Hudeybiye seferi sırasında
indiğini...
Hudeybiye sulhuna imza atan Müslüman heyetin; Hz. Ebube kir, Ömer, Süheyl
bin Amr'ın oğlu Abdullah, Abdurrahman bin Avf, Muhammed bin Mesleme ve Hz.
Ali olmak üzere 6 kişi olduğunu...
Hudeybiye şartlarının Müslümanların izzetine çok ağır geldiğini. Hatta
sahabelerden Sehl bin Said’in Sıffin günü, hakem hadisesinde; "İnsanlar
nefsinize hâkim olun. Ben Ebu Cendel'in iade edildiği gün kudretim olsa idi,
Rasulullah'ın verdiği hükmü muhakkak red ederdim. Hâlbuki haklı olan O idi"
dediğini...
İmam Malik'in kendisi için "ilim deryası" tespitinde bulunduğu Tabiin'in
büyük âlimi İmam Zühri'nin, Hudeybiye anlaşması için: "İslam tarihinde
Hudeybiyeden önce onun kadar büyük bir zafer olmamıştır" dediğini...
HAYBER'İN FETHİ
Peygamberimizin (Aleyhissalatu vesselam) sadece şehid olacaklara hususi
istiğfarda bulunduğunu. Mesela Hayber'e giderken şair Amir bin Ekva'ya;
"Allah ona rahmet eylesin" dediğini. Hz. Arnir'in Hayber muharebesinde şehid
düştüğünü...
Hayber'e gelirken dört yolla karşılaşıldığını... Bu yolların isimlerini
kılavuza sorunca ilkinin Hazen (üzüntü), İkincinin Şaş (sargı), üçüncünün
Hatip (odun taşıyıcı) olduğunun öğrenildiğini ve bu yolara girilmesinin
tasvip edilmediğini... Dördüncü yolun ismi sorulunca kılavuz Hüseyl'in
Merhab (Hoş geldin) olduğunu söyleyince, bu yolun tercih edildiğini...
Efendimizin Hayber şehri göründüğünde; "Allahü Ekber! Harab oldu Hayber!
Allahü Ekber! Harab oldu Hayber! Biz, bir kavmin arazisine girdik mi,
onların sabahı kararır" buyurduğunu... Bir başka rivayette ise "Biz düşman
bir kavmin yurduna baskın yapıp girdik mi, korkutulmuş olan o kavmin hali ne
kötü olur" buyurduğunu ve bu sözü üç defa tekrarladığını...
Habbab Bin Münzir (r.a.) adlı sahabenin müthiş bir askeri strateji
melekesine sahip olduğunu... Bedir'de olduğu gibi Hayber'de de Allah
Rasulünün onun görüşünü haklı bulup, uyduğunu...
Hayber fethini en detaylı anlatan Makrizi'nin İmta adlı eserine göre Hayber
muhasarasının ilk günlerinde Allah Rasulü'nün Migren ağrısı çektiğini...
Hayber Yahudilerinin nişancılıkta Arabistan'da en iyiler olduklarından
müminlerin kalkanlarına en çok bu harpte muhtaç kaldıklarını...
Rasuli Ekrem'in (Aleyhissalatu vesselam) Hayber'e Hz. Aişe nin cübbesinden
yapılmış büyük bir siyah sancakla geldiğini ve müminlerin bu sancağa
"Kartal" adını verdiğini... Naim kalesinin fethi için memur edildiğinde Hz.
Ali'ye bu sancağın verildiğini... Hayati Ülkü beyin ise İslamiyet'te ilk
bayrağın Hz. Aişe'nin beyaz tülbetinden yapıldığını yazdığını. Hayber'e ise
Râyet adı verilen ve üzerinde Kelimei Şehadet yazılı siyah bir bayrak ile
gelindiğini belirttiğini...
Peygamber Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) Yahudilerin Şam'a kaçış
yollarını kesmek için Hayber harekâtına, kuzeyden, Şam tarafından
başladığını...
Hayber kalelerinden Nizar'ın kuşatılmasında mancınık kullanıldığını...
Hayber'in en meşhur cengâveri Merhab'ın mübareze meydanında Hz. Ali (r.a.)
tarafından öldürülmesini gören Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam)
"Sevininiz! Hayber'in fethi artık kolaylaştı" buyurduğunu...
İbni Ömer (r.a.)'in; "Hayber fethedilinceye kadar hiç doymamıştık" Hz.
Aişe'nin (r.a.) ise Hayber fethedilince; "Şimdi artık hurmaya doyarız dedik"
dediğini...
Hayber Savaşında şehitlerimizin sayısının 16 ila 23 arası olduğunu...
Yahudilerin kaybının ise 93 kişi bulunduğunu...
Rasulullah'ın (Aleyhissalatu vesselam) Hayber fethinden sonra Yahudi ölüleri
arasında kayıplarını arayan Safiyye ve kız kardeşi ve onların yanında
umursamazca gezinen Bilali Habeşi'yi gördüğünü. Sonra Hz. Bilal'e sertçe:
"Senin kalbinde hiç merhamet yok mudur? Kendi akrabalarından olup ölmüş
bulunan kimselerin cesetleri arasında dolaşmakta olan iki genç kızın ya
nından böyle geçiyorsun" diyerek insan hissiyatını dikkate almakta nasıl
zirve olduğunu gösterdiğini...
Hayber Yahudilerinin SAVaş sonrası anlaşmada Müslümanların gösterdiği adalet
için; "Öyle bir adalet ki, cennet yeryüzünde kurulmuş" dediklerini...
Beş yüz sahabe ile görüştüğü bilinen tabiin âlimi Abdurrah man bin Ebu
Leyla'ya göre Hayber fethinin Hudeybiye sulhundan 20 gün sonra vukuu
bulduğunu ve Fetih Suresindeki: "Ve onlara yakın bir fetih verdi" ayetindeki
"yakın fetih'in" Hayber zaferi olduğunu...
DAVET MEKTUPLARI
Peygamber Efendimizin Fars Kisrasına Abdullah bin Hüzafe'yi (r.a.) ile bir
davet mektubu gönderdiğini... Hz. Abdullah'ın mektubu Bahreyn emirine teslim
ettiğini. Bahreyn emirinin Abdullah bin Hüzafe'yi mi yoksa başka birini mi
Kisraya gönderdiğinin bilinmediğini...
Merhum Ali Himmet Berki'nin yazdığına göre, 628 yılında Peygamberin
(SAV)ashabından birinin Çin İmparatoru Taî Dsung'a hediyeler götürdüğünü ve
ondan Çin'de İslamiyet'i neşretmek için izin aldığını...305
Peygamberimizin Savaşı hep son seçenek olarak gördüğünü. Yemen'e kumandan
olarak gönderdiği Muaz bin Cebel (r.a.)'e: Onları davet etmedikçe
SAVaşmayın. Davetinize icabet etmeseler bile siz Savaşı başlatmayın. Eğer
Savaşı önce onlar başlatırsa, içinizden birini öldürmedikçe ve siz de bunu
onlara göstermedikçe onlarla SAVaşmayın. O zaman onlara deyin ki: "Bu sizin
yaptığınız hayra ulaşır mı?"
Serveri Ekrem'in Habeş Necaşi'si nin gönderdiği heyete bizzat kendi
elleriyle hizmet ettiğini... Bu işi kendilerine bırakmasını rica eden
ashabına: "Doğrusu bunlar bizim arkadaşlarımıza ikramda bulunmuşlardı.
Onlara bizzat mukabelede bulunmak istiyorum" buyurduğunu...
Peygamberimiz hakkında Bizans hükümdarı ile görüşen Ebu Süfyan’ın bu
görüşmeden sonra yanındaki arkadaşlarına: "Muhammed'in davası önüne
geçilemeyecek kadar duyulup güçlenmiştir. Baksanıza Beni Asfar (BizanslIlara
Araplar böyle derdi) hükümdarı bile ondan korkuyor." dediğini...
Bizans hükümdarı Heraklius'un Astronomi'den anlayan biri olup, bir gün
yüzünün renginden bir şey olup olmadığını soran Rum patriklerine:
"Yıldızlara bakarken sünnetlilerin hükümdarının zuhur ettiğini gördüm"
cevabını verdiğini...
Nebi (Aleyhissalatu vesselam)'ın mektubu kendisine ulaştığında Heraklius'un
bu mektubu Başpiskopos'una gösterdiğinde ondan; "Allah'a and olsun ki, bu
Musa ve İsa'nın bize müjdeledikleri ve bizim beklemekte olduğumuz
peygamberdir. Ben kendim o Peygamberi tasdik edip, ona uyacağım" cevabını
aldığını... Bunun üzerine kendisinin de: "Evet, o Peygamberdir. Ancak onu
tasdik etmeye ve tâbi olmaya muktedir değilim. Eğer bunu yaparsam,
hükümdarlığım elden gider ve BizanslIlar da beni öldürür." dediğını...
Peygamber Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) İslam'a davetine icabet eden
Habeş Necaşisinin; "Musa Peygamber 'Mer kebe biner' diyerek İsa Peygamberin
geleceğini müjdelediği gibi, İsa Peygamber de 'deveye biner' diyerek
Muhammed Peygamberin geleceğini öyle haber vermiştir" dediğini...
Rasulullah'a Habeş Necaşisi Asheme'den: bir çift mest, cam bardak, üç adet
küçük mızrak, Habeşi başlıklı altın bir yüzük, Rum Kayserinden: dinar,
zencebil dolu küp, ipek cübbe, Mısır Mukavkısı Cureyc İbni Minâ'dan; Mısır
işi ince bir giysi, Mariye ve kız kardeşi Şirin, Mebur adlı erkek bir köle,
ak tüylü bir katır, bir merkep, bin miskal altın, bir tane billur cam
bardak, sürme danlık, ayna ve tarak, kokulu bal, misk gibi bazı kokular,
Eyle melikinden; beyaz bir katır, Yemen hâkiminden; pahalı bir ipek takım
hediye gönderildiğini...
Ebu Davud'da geçen bir rivayete göre Rasulullah'ın (Aleyhissalatu vesselam)
"Habeşliler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız” diyerek, İslam'ın
ilk zamanlarında Müslümanlara bağırlarını açan bu halka karşı kadirşinas
davrandığını...
KAZA UMRESİ
Peygamber Efendimizin Hudey biye sulhundan bir sene sonra Kaza umresi için
Mekke'ye geldiğini. Bu sırada düşmana duyuracak şekilde Abdullah bin Revaha
(r.a.) hazretlerinin onu övücü şiirler söylediğini. Bunu garipseyen Hz
Ömer'e (r.a.) Habibi Zişan Efendimizin "Bırak onu Ya Ömer! Şiir o düşmanlara
atılan oklardan daha çabuk isabet eder" buyurarak aynı zamanda basının
önemine de dikkat çektiğini...
Rasuli Zişan'ın (Aleyhissalatu vesselam) kaza umresinde ashabından çevik
hareketler yapmalarını istediğini. Onları uzaklardan seyreden müşriklerin bu
hali görünce; "Bunlar mı bizim sıtmadan perişan olduğunu sandığımız
kimseler! Bunlar ceylan gibi zıplıyorlar" dediklerini...
Hudeybiye sulhundan bir sene sonra yapılan Kaza umresinin Mekkelileri çok
yumuşattığını. Hatta İkrime bin Ebu Cehil'in Ebu Süfyan'a; "Vallahi ben,
sene geçmeden bütün Mekke halkının Muhammed'e tabi olmasından endişe etmeye
başladım" dediğini...
Kaza Umresinin 4 adı olduğunu:
1 Kaza
2 Kazıyye
3 Kısas
4 Sulh Umresi
İSLAM'A İLTİHAKLAR
Amr bin As'ın Hudeybiye sulhundan sonra yerleşmek için gittiği
Habeşistan'da, öldürmek için kendisine teslim etmek üzere Rasuli Ekrem'in
(Aleyhissalatu vesselam)bir elçisini Habeş Necaşisinden istediğini... Bunun
üzerine Necaşi'nin Amr'ın burnuna şiddetli bir darbe indirip, onu kan revan
içinde bıraktığını ve sonra: "Ey Amr! Demek sen Musa ve İsa peygamberlere
gelmiş olan Namusu Ekber'in (Cebrail) kendisine gelip durduğu bir zatın
elçisini öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun ha? Vallahi eğer onu
öldürmüş olsaydın sizden hiçbirinizi sağ bırakmazdım. Rasulullah'ın
(Aleyhissalatu vesselam) elçisi öldürülür mü hiç?" dediğini... Bu hadiseden
çok etkilenen Amr'ın kısa bir zaman sonra Müslüman olduğunu...
Rivayete göre Amr'ın, Necaşinin şiddeti karşısında; " Eğer yer açılsaydı,
korkudan girerdim dediğini..."
Halid Bin Velid'in Müslüman olduğunda Kureyş büyüklerine: "Aklı başında olan
herkes artık Muhammed'in sihirbaz ve şair olmadığını, onun söylediği
sözlerin de Âlemlerin Rabbinin sözü olduğunu anlamıştır. Akıl ve basiret
sahiplerinin ona tâbi olmaları hak olmuştur" dediğini. Bu sözleri duyunca
öfkelenen Ebu Süfyan'ın, Halid'in üzerine atılmak istediğini. Onu durduran
İkrime bin Ebu Cehil'in: "Yavaş ol bakalım ey Ebu Süfyan! Bu görüşünden
dolayı Halid'i öldürmek mi istiyorsun? Aslında bütün Mekkeliler bu
görüştedirler. Vallahi korkarım ki bir sene geçmeden bütün Mekke halkı bu
görüşe uyacaktır." dediğini...
Müslüman olup Rasulullah'ın (Aleyhissalatu vesselam) önünde beyat eden Hz.
Halid'e Habibi Ekrem (Aleyhissalatu vesselam) efendimizin "Ben zaten senin
akıllı biri olduğunu biliyordum. Bu akıllılığının seni er geç hayra
kavuşturacağını ümid ediyordum" buyurduğunu...
Halid bin Velid'le aynı gün Rasulu Ekrem'e beyat (Aleyhissalatu vesselam)
eden Amr bin As'ın daha önceleri; "Bütün Kureyş Müslüman olsa bile yine de
ben Müslüman olacağımı zannetmiyorum" derken, iman nuru gönlüne girince;
"İnsanlardan hiçbiri bana Rasulullah'tan (Aleyhissalatu vesselam) daha
sevgili ve daha yüce olmamıştır" dediğini...
Mekke fethinden sonra İslam'a teslim için gelen heyet sayısını siyer
ulemasının 70'i geçtiğini söylediğini...
MUTE SAVAŞI
Mute'ye giden orduya katılan ama Efendimiz (SAV)in arkasında son bir Cuma
namazı kılmak için Medine'de kalan Abdullah bin Revaha'ya : "Yeryüzü dolunca
sadaka dağıtsan, onların bir sabah namazında elde ettikleri ecr ve mükâfatı
elde edemezsin" denilince bu zatın hemen yola çıkıp arkadaşlarına
yetiştiğini...
Mute'ye ilerleyen İslam ordusunun ilk önce Gassani meliklerinden Şurahbil'in
kardeşi Sedus'un ordusunu Vadi'l-Kura'da bozguna uğratıp Sedus'u
öldürdüğünü. Bunun da Şurahbil'in gözünü korkuttuğunu...
Müslümanların Rasulullah (Aleyhissalatu vesselam) hayattayken yaptıkları en
zorlu ve en kanlı Savaşın 629 yılının Ağustos veya Eylül ayında cereyan eden
Mute muharebesi olduğunu... Bu SAVaştan sonra İslam'ın gücü Arap
kabilelerini derinden etkileyerek Süleym, Eşca, Gatafan, Zübyan, ve Fezara
gibi kabilelerin Müslüman olduğunu...
Mute Savaşında Rasuli Ekrem (Aleyhissalatu vesselam)'in amcazadesi Hz. Cafer
bin Ebu Talib'in çok şiddetli ve kahramanca Savaştığını. İbni Ömer'in
(r.a.); "Cafer bin Ebu Talib'i aradık. Onu şehidler arasında bulduk.
Vücudunda 90 küsur ok ve mızrak yarası vardı. Ve bütün bunlar vücudunun ön
kısmındaydı" dediğini...
SAVaş meydanından kaçmamak için atını ilk öldüren Müslüman'ın; Rasuli Ekrem
(SAV)'in amcasının oğlu Hz. Cafer (r.a.) olduğunu...
Halid bin Velid hazretlerinin (r.a.); "Mute günü 9 kılıç elimde kırıldı.
Ancak bir Yemen işi kılıç elimde dayanabildi" dediğini...
İbni İshak'ın rivayetine göre Rasulullah'ın Mute'de şehid olan üç kumandanın
hakkında şöyle buyurduğunu; Onlar altından divanlar üstünde cennete
kaldırıldılar. Abdullah bin Revaha'nın divanında hafif eğrilik gördüm. Bu
neden diye sordum. Bana; "O ikisi (Zeyd bin Harise, Cafer bin Ebu Talib) hiç
tereddüt etmeden ilerledi. Ama Abdullah önce biraz tereddüt etti, sonra
ilerledi" dendi.
Mute'de çarpışan ordunun güzel bir manevra ile düşmanı püskürtüp, çemberi
yarıp Medine'ye çekilmesi üzerine halkın askerlerin yüzüne toprak saçıp,
"Kaçaklar! Allah yolunda çarpışmaktan yüz çevirdiniz" lafları ile onları
kınaması üzerine Efendimizin "Hayır! Onlar firari (kaçak) değil, kerraridir
(döne döne çarpışanlar) inşallah" buyurarak meseleyi kesip attığını...
Bedir Savaşının Arap topraklarında İslam ordunun ilk Savaşı olduğu gibi Mute
muharebesinin de Arap toprakları dışındaki ilk çatışma olduğunu...
Mute Savaşında İslam ordusunun kaybının sadece 12 olduğunu... Bu durumun
Bizans ve onun müttefiki Arapların gözünü korkuttuğunu...
Allah Rasulünün hayatında bizzat yönetmediği tek Savaşın Mute olduğunu.
Efendimizin Hz. Cafer'in (r.a.) şehadetini hanımı Esma binti Umeys'e
bildirdikten sonra hanesine döndüğünü ve zevcelerine; "Cafer ailesi için
yemek yapmayı ihmal etmeyiniz" buyurduğunu... Bunun üzerine üç gün, şehidin
hanesine yemek pişirilip gönderildiğini ve ölü evine yemek yapılıp
gönderilmesi gibi güzel bir âdetin böyle ortaya çıktığını...
MEKKE'NİN FETHİ
Efendimizin (SAV)Mekke fethi hazırlıklarını çok gizli tuttuğunu. Hatta Hz.
Ebubekir'in seferin nereye olduğunu öğrenmek için meseleyi Hz. Aişe'ye
açtığını ama onun da babasını aydınlatamadığını...
Serveri Ekrem Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) amcası Hz. Abbas'ın İslam
ordusu Mekke'yi fethetmek için yola çıktığında hicret etmek için ailesi ile
Mekke'den ayrıldığını, yolda İslam ordusu ile karşılaşınca, Efendiler
Efendisinin "Ben Peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi, sen de muhacirlerin
sonuncususun" buyurduğunu...
Bütün siyer müelliflerinin ittifakına göre Rasuli Ekrem Efendimizin Fetih
günü, Zituva mevkiinde ordunun Mekke'ye giriş programını komutanlara tebliği
edip, sekiz sene önce Mekke'den nasıl çıktığını yâd ettiğini. Sonra, bu
fethi ihsan eden Rabbine karşı hamdu sena duyguları içinde mübarek başı
devenin boynuna secde eder gibi bir vaziyette bu mevkiden Mekke'ye kadar
aynı geldiğini...
Fetih günü mübarek başında siyah bir sarık bulunduğunu...
Mekke'ye girerken çok güzel bir manzaranın da Abdullah ibn i Abbas Abdullah
ibni Zübeyr, Abdullah bin Cafer'in de içinde bulunduğu Haşimi çocukların
kendisini istikbal etmesi ve Peygamberimizin onları sevip, İbni Abbas ile
İbni Caferi Tayyar'ı terkisine alması olduğunu...
Mekke'nin Fetih günü Rasuli Ekrem'in (Aleyhissalatu vesselam) Ümmü Hani
binti Ebu Talib'in evinde sekiz rekât Fetih namazı kıldığını...
Mekke fethi günü Allah Rasulünün (Aleyhissalatu vesselam) Mekke'ye
girdiğinde, sesini işittirecek derecede bir sada ile Fetih suresini
okuduğunu...
Mekke fethedildiğinde Rasulullah'ın (Aleyhissalatu vesselam) Kâbe
anahtarlarını istetip Kâbe'nin içerisine girdiğini. Burada Hz. İbrahim'in
(a.s.) elinde fal okları ile tasvir edildiği resmi gördüğünde; "İbrahim
böyle bir şey yapmadı. O Müslüman'dı, tevhid dininin hadimi idi"
buyurduğunu, Meleklerin güzel kadınlar şeklinde yapılmış resimleri için de;
"Meleklerde erkeklik ve dişilik yoktur" diye ferman ettiğini. Ve bu
resimlerin üzerlerinin kapattırdığını...
Mekkelilerin meşhur putu Hubel'in parçalanıp, çöpe atıldığı gün Zübeyir bin
Avvam'ın (r.a.) Ebu Süfyan'a; "Uhud'da övündüğün Hubel'i görüyor musun?"
dediğinde onun; "Artık kınamayı bırak. Görüyorum ki, Muhammed'in Allah'ından
başka tanrı olsaydı işler başka türlü giderdi" dediğini...
Mekke'de fetih sonrası 19 gün kalındığını...
HUNEYN SAVAŞI
Huneyn muharebesinde olabildiğince şiddetine rağmen Müslümanların 4 şehid
verdiğini, Düşman kaybının ise 70 ölü olduğunu...
TAİF KUŞATMASI
Peygamberimizin ilk defa Taif kuşatmasında debbabe (Tahta veya deriden
yapılıp, insanların içine girdiği ve kale dibine gelerek vura vura taşları
oyan harp alet) kullandığını... Mancınıklardan da istifade edildiğini...
Bu çetin ve bir ay kadar süren kuşatmada mancınık ve debbabe kullanılması
fikrini Selmanı Farisi'den geldiğini.
Cömertliği ile tarihte meşhur biri olan Hatemi Taî hakkında Allah Rasulu'nun
Hatem'in kızı Sofane'ye; "Senin baban İslam'ın telkin ettiği faziletle süslü
bir adamdı" dedikten sonra ashabına; "Hatem'in kızı serbesttir, babası
insanlık sever bir adamdı, Allah merhametli olanları sever ve
mükâfatlandırır" buyurduğunu... (Hatem'in bir kıssası için Lem'alar'da 19.
Lem'anın 4. nüktesine bakılabilir.)
TEBÜK GAZVESİ
İslam tarihinde ilk defa umumi seferberliğin Rum imparatorluğuma karşı
tedafüi olarak yapılan Tebük seferinde açıldığını...
Tebük seferine teçhizat yokluğundan iştirak edemeyen 7 zatın kederlerinden
devamlı gözyaşı döktüğünü ve bunlara "Bekkaun" (Ağlayanlar) diye meşhur
olduğunu... Bu zatların; Salim bin Umeyr, Amr bin Hummam, Uleyye bin Zeyd,
Irbad bin Sariye, Ebu Leyla el Mazini, Abdullah bin Mugaffel ve Seleme İbni
Sahr olduğunu... Haklarında kendilerini öven ayet (Tevbe;92) nazil
olduğunu... Bu zatların bilahare bazı sahabelerle teçhiz edilerek sefere
iştirak ettiklerini...
İbni Kayyım’ın yazdığına göre Tebük'te orduya en fazla parasal yardımda
bulunan Hz. Osman'ın bu yardımının levazımatla rıyla birlikte 300 deve ve
bin dinardan ibaret olduğunu...
Hz. Ömer'in (r.a.) Tebük gazvesinde çektikleri sıkıntıları anlatırken "O
kadar susamıştık ki, susuzluktan boynumuzun kopacağını (öleceğimizi)
zannettik. Herhangi birimiz gidiyor, yüklerimiz arasında su arıyor,
bulamayınca ümitsizlikten ve yorgunluktan orada düşüp kalıyor, geri
dönemiyor, boynunun kopacağını sanıyorduk. Hatta içimizden biri devesini
kesmiş, dışkılarını sıkarak içmiş, sonra da ciğerindeki suları toplamıştı"
dediğini...
Tebük seferinde münafıkların plan ve foyaları günü gününü inen ayetlerle
yüzlerine çarpıldığı için Tebük seferine "Rüsvaylık gazası" da dendiğini...
Efendimizin Tebük seferi dönüşü, Medine evleri uzaktan göründüğünde; "Bu
Tâbe'dir. (Hoş bir şehir) Şu ise (Uhud dağı) bizi seven ve bizim de onu
sevdiğimiz bir dağdır" buyurduğunu...
Tebük seferi dönüşü Medine halkının Habibi zişanı aynen Hicrette olduğu gibi
hep bir ağızdan "Ay döndü üzerimize, Veda tepelerinden..." kasidesiyle
karşıladığını...
Tebük seferine geriye kalıp yetişemeyen ve bundan dolayı haklarında tecrid
boykotu uygulanan üç sahabe (Ka'b bin Malik, Mürare bin Rebii, Hilal bin
Ümeyye)nin 50 gün sonra gelen ayetle af edildiklerini. Bunlardan Hilal bin
Ümeyye hazretlerinin af müjdesini duyunca secdeye kapaklanıp uzun bir müddet
başını kaldıramadığını. Hatta müjdeyi getiren sahabenin; "sevincinden can
verdiğini sandım" dediğini...
VEDA HACCI
Rahmet Peygamberi (Aleyhissalatu vesselam)'nin Veda hac cındaki konuşmasını
Rabia bin Ümeyye bin Halef gibi gür sesli münadier tarafından yüksek sesle
halka aynı anda duyurulduğunu...
Veda haccı bitiminde "Bugün sizin dininizi ikmal ettim. Size olan nimetimi
tamamladım. Ve din olarak İslam'dan razı oldum" (Maide:3) ayetleri nazil
olunca Hz. Ebubekir'in (bir rivayette Hz Ömer) ağladığını... Sebebini
soranlara "Her kemalden sonra mutlak noksanlık gelir" diyerek bu ayetten
Nebinin (Aleyhissalatu vesselam) vefatını sezdiğini...
Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve selem), veda haccından sonra seksen bir
veya seksen iki gün yaşadığını...
VEFATI
Efendimizin (Sallallahu aleyhi ve selem) çok sevdiği sahabelerden Abdullah
bin Büsr'e "Nebi ihtiyar mı idi?" diye sorulduğunda "Alt dudağıyla çenesi
arasında birkaç beyaz tel bulunuyordu" dediğini. Saçındaki beyaz tellerin de
10 ile 17 arası söylendiğini...
Nebi (SAV)'in her Ramazan ayında on gün itikâfa girdiği halde vefat edeceği
sene Ramazanında yirmi günü itikâfta geçirdiğini...
Rivayetlerin çoğunluğuna göre Serveri Ekrem'in vefat hastalığının 13 gün
sürdüğünü...
Aziz Peygamberimizin vefat hastalığının humma hastalığı olduğu ve soğuk su
ile tedavi edilerek hafiflediğini...
Habibullah'ın Hayber'de Selam bin Mişkem'in karısı Zeynep'in eliyle
gerçekleşen zehirlenmenin etkisini ömrü boyunca taşıdığını. Vefat hastalığı
sırasında kendisini ziyaret gelen Ümmü Bişr binti Bera'ya: "Ey Ümmü Bişr! Şu
anda Hayber'de kardeşinle beraber yediğim zehirli etten dolayı kalp
damarlarımın koptuğunu hissediyorum" buyurduğunu... Bazı Siyer ulemasının
Allah Rasulünün vefatında bu zehirin de tesiri olduğundan dolayı kendisinin
aynı zamanda şehid olduğunu kabul ettiklerini...
Nebiyyi Masum'un (Aleyhissalatu vesselam) kıldırdığı son namazın bir öğle
namazı olduğunu...
Fahrı Kâinat'ın (Aleyhissalatu vesselam) vefat hastalığı sırasında ; "Ya
Aişe! Hâlâ Hayber'de yediğim zehirli yemeğin acısını duyuyorum"
buyurduğunu...
(Not: Geniş izahat için Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Varlığın Metafizik
Boyutu adlı eserine bakınız.)
Hz. Aişe'nin (r.a.) Rasulullah'ın hastalığının şiddetini anlatma sadedinde;
"Hakikaten, Rasulullah'ın hastalığından daha zor, daha şiddetli bir hastalık
görmedik" dediğini...
Rahmetin lil âleminin bütün âlemleri yetim bırakarak ebedler âlemini
şereflendirmesinin ikindi vakti olduğunu...
Peygamberimizin (Aleyhissalatu vesselam) vefatı hengâmın da üzerindeki
elbisesinin yamalı bir örtü ve el dokuması sert bir entari olduğunu...
Habibullah'ın vefat tarihinin hicretin 11. senesi olduğunu...
Ezvacı tahirattan Ümmü Seleme validemizin (r.anha) Peygamber Efendimizin
vefatı için "O ne kötü bir musibettir ki, başımıza gelen bu musibeti
hatırladığımızda bundan sonraki musibetler bize hep basit ve anlamsız
gelirdi" dediğini...
Hatemün Nebi'nin vefatında ciğerparesi Fatıma'nın gözyaşları içinde:
"Babacığım benim! Kendisini çağıran Rabbinin davetine icabet etti. Babacığım
benim! Cennetül Firdevs onun yeri! Ya Cibril! Başın sağ olsun"
buyurduğunu...
Rasulullah'ı yıkayan Hz. Ali'nin (r.a.), her ölüde görülen idrar vesaireyi
göremeyince "Babam sana feda olsun. Sen çok temizsin. Hayatta iken temizdin.
Ölünce de temizsin" dediğini...
Cenazesi yıkanırken su dökme işini Üsame bin Zeyd, Hz. Ab bas ve
Rasulullah'ın azadlısı Şükran (Salih)'ın yaptığını, Hz Ali'nin elindeki
bezle, gömlek üzerinden ovuşturarak mübarek vücudu yıkadığını, Evs bin
Havli'nin de su taşıdığını.375
Efendimizin Gurs kuyusunun suyu ile yıkandığını...
Rasulullah'ın Suhuliye denilen üç parça bez içinde kefenlendiğini...
Rasulullah'ın cenaze namazının gruplar halinde odasına girilerek önce
erkekler, sonra hanımlar, akabinde de çocuklar tarafından kılındığını. Bu
namazda kimsenin imam olmadığını ve ferdi olarak eda edildiğini...
Peygamberimizin kabrini Ensar 'dan Ebu Talha hazretlerinin kazdığını...
Rasuli Ekrem (SAV)'in kabrinin kazıldığı toprak ıslak olduğu için üzerinde
vefat ettiği yatağın zemine serildiğini...
Efendimizi kabrine Hz Ali, Fadl bin Abbas, Üsame bin Zeyd ve Abdurrahman bin
Afv'ın indirdiğini...
Peygamberimizin Çarşamba günü gece yarısında defnedildiğini...
İBADETLERİ
Rasulullah'ın her gece 11 veya 13 rekât teheccüd namazı kıldığını...
İbni Abbas'tan bir rivayete göre Rasulullah'ın "Üç şey var ki, bana farz,
size nafiledir:
1 Kurban kesmek
2 Vitr namazı
3 Sabahın iki rekâtlık sünnetini kılmaktır"
buyurduğunu...
Efendimizin teheccüd kılmadığı tek gecenin Veda haccında Muzdelife'de
kaldığı gece olduğunu...
Allah Rasulu'nun sabah namazlarının sünnetini hızlı kıldığını... Hatta Hz.
Aişe'nin "Bazen Fatiha suresini okudu mu, okumadı mı diye düşünürdüm "
dediğini... Farzında ise uzun sureler okuduğunu...
Hz. Enes'in; "Hz. Peygamber rü kûdan sonra o kadar uzun ayakta dururdu ki,
bizler, secdeye gitmeyi unuttuğunu zannederdik" dediğini...
Ahirzaman Peygamberinin 4 defa umre yaptığını...
Müslim'de geçen bir rivayete göre Nebi (SAV)'in bir sene keçiden mamul bir
Türk çadırında itikâfa girdiğini. Aliyyül Kari'nin Mişkat Şerhinde bu çadıra
Harkan dendiğini yazdığını...
ÖZELLİKLERİ
İbni Abbas'tan nakledildiğine göre Cenabı Hakk'ın Kur'an da sadece Hz.
Peygamberin hayatına yemin ettiğini... (Hicr72) Şeyh Galib'in meşhur
naat'ında: "Menşuru leamrükle müeyyedsin efendim" diyerek bu yemine işaret
ettiğini...
Peygamberimizin isminin Kur'an'da Muhammed olarak dört defa (Âli İmran:144,
Ahzap; 40, Muhammed:2, Fetih: 19) ve Ahmed olarak bir defa (Saf:6) olarak 5
defa geçtiğini...
Rasuli Ekrem'in "Allah koyun çobanlığı yapmayan hiçbir nebi göndermemiştir"
buyurduğunu... Nesai'nin rivayetine göre ise "Hz. Musa koyun çobanı olduğu
halde Peygamber oldu. Hz. Davud koyun çobanı iken Peygamber oldu. Ben de
ehlimin koyunlârını Ciyad'da güderken Peygamber oldum" buyurduğunu...
Cenabı Hakkın bazı peygamberleri kendi ismiyle isimlendirdiğini, mesela Hz
İsmail ve İshak için Âlim ve Halim, Hz. İbrahim için Halim, Hz Musa için
Kerim, Hz Yusuf için Hafiz isimlerini kullandığını... Rasulullah'ın ise bu
isimlerden 30 kadarıyla Kur'an'da isimlendirildiğini...
Cenabı Hakkın peygamberler içinde Rauf ve Rahim isimleriyle sadece Rasulu
Ekrem'i (Aleyhissalatu vesselam) andığını...
Nebii Zişan'ın (Aleyhissalatu vesselam) uykusunda az miktarda horultu sesi
geldiğini...
Bazı kaynaklara göre Habibullah'ın (Aleyhissalatu vesselam) gözlerinin açık
kahverengi olduğunu...
Bera bin Azib (r.a.)'in; "Rasulullah'a bir soru sormak istiyordum. Ama
heybetinden ancak iki sene sonra sorabildim" dediğini...
Bir zatın Hz. Aişe'den Nebi'nin ahlakını sorması üzerine, onun; "Müminun
suresini okumuyor musun? Başından on ayeti oku. İşte Rasulullah'ın ahlakı
öyle idi" dediğini...
Hz. Aişe'nin "O darılırsa Kur'an darıldığı için darılırdı. Beğenirse, Kur'an
beğendiği için beğenirdi" dediğini...
Hz. Aişe'nin bir soru üzerine; "Rasulullah fahiş, mütefahhiş değildi. Yani
o, ne çarşıda pazarda çığırtkanlık yapardı, ne de kötülüğe kötülükle
mukabele ederdi. Bilakis o, kusuru affederdi. Bir yerde bir eksiklik
görürse, yüzünü öbür tarafa çevirirdi" dediğini...
Sir VVilliam Muir'in "Muhammed'in Hayatı" adlı eserinde: "Hz. Muhammed
hakkındaki bütün neşriyatımız bir nokta üzerinde ittifak eder; o da, onun
ahlakının temizliği ve yüksekliğidir" dediğini...
İnsan Hakları Beyannamesini hazırlayanlardan General Lafe yette'nin vazife
icabı Kur'an'ı baştan sona okuduktan sonra; "Aşk olsun ey şanlı Arap,
adaleti sen kurmuşsun" dediğini...
Hz. Enes bin Malik'in; "Rasulullah söven, lanet eden, kötü söz söyleyen biri
değildi. Birimize kızdığında "Alnın topraklansın" derdi" dediğini..
Efendimizin Hz. Hatice (r.a.)'ye; "Ya Hatice! Bu dünyada dört şeyden hiç
hoşlanmam ve Allah'a sığınırım; "Korkaklık, cimrilik, tembellik bir de
pislik" buyurduğunu...
Rasuli Kibriya'nın (Aleyhissalatu vesselam) konuşma üslubu hakkında Ümmü
Mabed adlı hanım sahabenin: "Sustuğunda üzerinde bir vakar görülürdü.
Konuştuğunda da heybeti ve tatlı konuşması açığa çıkardı. Konuşması açık
seçik olup kelimeleri lüzumsuz ve işe yaramaz değildi. Kelimeler bir ipe
dizilmiş boncuklar gibi ağzından düzgün bir şekilde çıkardı" dediğini...
Hz. Aişe’den gelen bir rivayete göre, Rasulullah’ın bir şey için
tasalandığında sakalını ellerinin arasına alıp uzunca düşündüğünü...
Fahrı Âlem (Aleyhissalatu vesselam)'ın, cömertliğin bir zirvesi olarak,
verecek bir şey bulamadığı zaman borçlu kimselerin borçlarını ödemeyi
üzerine aldığını...
İnsanlığın iftihar tablosunun (Aleyhissalatu vesselam) akrabalık bağlarına
son derece önem verdiğini. Bu babda, kendisi ile ilişkilerini kesen
akrabaları için şöyle ferman ettiğini: "Onlar bana yardımcı olmadılar.
Yalnız onlar için bir akrabalık bağı vardır ki, ben onun ıslaklığı ile
ıslanacağım."
Rasulullah'ın çocuklarla şakalaşmayı çok sevdiğini. Mesela Mahmud b.
ErRebi'nin "beş yaşında iken Nebiyyi Ekrem bir kere bir kovadaki sudan
ağzına alıp, yüzüme püskürttüğünü hatırlarım" dediğini...
Hatemül Enbiya'nın (Aleyhissalatu vesselam) İbrahim, Musa ve İsa
peygamberleri şöyle tasvir buyurduğunu; "İbrahim'e gelince ona
arkadaşınızdan (yani kendisini kastediyor) daha çok benzeyen, arkadaşınıza
da ondan daha çok benzeyen bir kimse göremedim. Musa uzun bir kimseydi.
Kıvırcık saçlı ve burun kemeri kalkıktı. İsa bin Meryem'e gelince, o kızıl
renkli olup, orta boylu idi. Sanki hamamdan çıkmış da başından su
damlıyordu. Aranızda en çok Urve bin Mesud'a benziyordu."
Hz. Ali'nin; "Harp şiddetlenip gözler kızardığında Rasulullah bizi korurdu.
Kimse düşmana ondan daha yakın olamazdı" dediğini...
Abdullah bin Ömer'in: "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sel lem)'tan daha
cesur, daha yiğit, ondan daha çok diğergam (başkasını düşünen) ve ölümden
korkmayan birini görmedim" dediğini...
Rasulu Mücteba'nın (SAV); "Ben çocukluğumdan beri hayatımın her safhasında
ancak verdiğim
sözde durmakla, vefakârlıkla tanınmış, bilinmişimdir" buyurdugunu..
Sahabe'den Ebu Derda'nın rivayetine göre şiddetli bir rüzgâr çıkınca dehşete
kapılıp mescide gelmek ve tazarru ve niyazda bulunmanın Rasulullah'ın
(Aleyhissalatu vesselam) adetlerinden olduğunu...
Rasulullah'ın seferden her geldiğinde mescide girerek iki rekât namaz
kılmaktan çok hoşlandığını Sonra Hz. Fatıma'nın halini sorup, sonra
zevcelerinin yanına gittiğini...
MAL, ELBİSE VE EŞYALARI
Ömer bin Abdülaziz'in Rasulullah'ın (Aleyhissalatu vesselam) eşyalarını bir
eve toplayarak müze yapıp, sergilediğini... Sergilediği eşyanın ise iple
örülmüş bir sedir, içi hurma lifi ile doldurulmuş bir çanak, su bardağı,
elbise, el değirmeni, başına sardığı bir kadife ve giyim eşyasından ibaret
olduğunu...
Peygamberimizin (Aleyhissalatu vesselam) meşhur devesi Kasva'yı hicreti
sırasında 400 dirheme aldığını, ona kesik kulak (Kasva) adını bizzat
verdiğini ve hayatı boyunca ondan çok memnun kaldığını...
Buhari'nin rivayetine göre, Rasulullah'ın ekmeği keserken bıçak
kullandığını...
Peygamberimizin atlarının adının Since ve Lahif, merkebinin Afir, katırının
Düldül ve Tiyye, develerinin adının Kusva ve Adba olduğunu...
Bir rivayette üç atı olup bunların isimlerinin: Lizaz, EzZarif, ElLuheyf
olduğunu...
Bazı eserlerde Efendimizin at sayısının dokuza kadar çıkarıldığını... Bu
atlardan üçünü at yarışlarına soktuğunu...
Hz. Ömer'in (r.a.) kızı Hz. Hafsa'ya (r.a.): "Rasulullah'ın şendeki en güzel
elbisesi neydi?" diye sorması üzerine, validemizin; "Kırmızı toprakla
boyanmış iki parçadan ibaret bir takım elbiseydi. Bunu yanına heyetler
geldiği zaman ve Cuma namazında giyerdi" dediğini...
SEVDİKLERİ
Efendimizin ata binmeyi çok sevdiğini... Atlardan da özellikle doru,
karayağız veya sarı renkli olanları sevdiğini...
Rasulullah’ın elbise rengi olarak beyazı sevdiğini...
On sene hizmetinde bulunan Hz. Enes bin Malik’in (r.a.) rivayet ettiğine
göre Nebi (SAV)’in en sevdiği giysileri Bürdi Yemani (Pamuktan veya ketenden
dokunan bir kumaş) olduğu ve vefat ettiğinde beyaz bir Bürdi Yemani (Araplar
Hıbare de derler) ile kefenlendiğini...
Peygamberimizin üç külahı olduğunu;
a) Mısır işi Külah b) Şam işi Külah
c) Kulaklı Külah.
Kulaklı külahı seferlerde giydiğini, Şam işinin renginin beyaz olduğunu...
Serveri Ekrem'in en sevdiği yemeğin tirid (ufalanmış ekmek parçalarının
üzerine et suyu dökülerek hazırlan yemek) olduğunu. Aynı zamanda, bal ve
tatlılardan da hoşlandığını...
Ebu Kebşeti'l Enmari'nin rivayetine göre Efendimizin turunç ve kızıl
güvercini seyretmeyi sevdiğini...
Rasulu Ekrem'in (Aleyhissalatu vesselam) koyun ve keçileri çok sevip olara
"bereket" adını verdiğini. Mesele bir kimseye "evinizde kaç bereket var"
diye sorduğunda bununla keçiyi kastettiğini...
At'ın, Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) en çok sevdiği hayvanlar
arasında olduğunu... Hatta İbni Abdülberr'e göre atı övdüğü kadar hiçbir
hayvanı övmediğini... Bir rivayette "Sahibi için koyun berekettir, deve
izzettir. Ata gelince, hayır onun alnına bağlanmıştır" buyurduğunu...
Nebi (Aleyhissalatu vesselam)'ın kedilerden de çok hoşlandığını. Ev kedileri
için "min metai'lbeyt" (evin bir unsuru) "min ehli beyt" "ailenin bir ferdi"
tabirlerini kullandığını...
Mısır Mukavkısı Cüreyc'in, Peygamber'in (Aleyhissalatu vesselam) elçisi
Hatib bin Beltea'ya; "sürme çeker mi?" diye sorduğunda Hatıb'ın "Evet,
aynaya bakar, saçını tarar, seferde ve hazerde beş şeyi; "Ayna'yı, Sürmeyi,
Tarağı, Makası, Misvak'ı yanından ayırmaz" cevabını verdiğini...
HANIM, ÇOCUK VE TORUNLARI
Hz. Ali ile Hz Fatıma'nın evliliğinden Rasuli Zişan'ın (Aleyhissalatu
vesselam) dört torunu olduğunu. Bunların; Haşan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü
Gülsüm" olduğunu...
Peygamber Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) Haşan (güzel adam) ismini çok
sevdiği için ilk torununa bu ismi verdiğini. Diğer torunu doğunca da bu
sefer ona "küçük güzel adam (Hüseyin) ismini koyduğunu...
Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) kızı Hz. Zeynep'ten Lübâbe (Bir
rivayette Umame) adlı bir kız torunu olduğunu. Rasulullah'a bir gece
kıymetli boncuktan yapılmış bir gerdanlık getirildiğini. Allah Rasulunun
(Aleyhissalatu vesselam) "Bu gerdanlığı ailemde en sevdiğime hediye
edeceğim" buyurduğunu. Herkesin sabaha kadar heyecanla beklediğini... Sabah
olunca Lübâbe'yi çağırıp gerdanlığı onun boynuna taktığını ve annesi yeni
vefat etmiş bu torununun gönlünü aldığını...
Hatemül enbiya'nın kendisine Habeş Necaşisinin gönderdiği altın yüzüğü de
yine Umame adındaki Hz. Zeynep'ten olan torununa vererek "Kızım, bunu sen
takın" buyurduğunu...
Peygamberimizin (Aleyhissalatu vesselam) hanımlarından ikisinin kendisinden
evvel vefat ettiklerini bunlardan birinin Hz. Hatice diğerinin "Fakirlerin
annesi" lakaplı Zeynep binti Hüzeyme olduğunu...
Peygamberimize hanımları içinde ilk kavuşanın; on sene sonra, Zeynep binti
Cahş validemiz olduğunu...
Efendimizin çocuklarının doğum sırasının şöyle olduğunu; "Kasım, Zeynep,
Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma, Abdullah (Tahir), en son olarak da Mariye
validemizden İbrahim"
Hz. Fatıma'nın vefat tarihinin 22 Kasım 632 olduğunu...
SAHABELERİ
Sahabeden Abdullah bin Zeyd'e Rasulullah'ın vefatı haber verildiğinde
"Rabbim gözlerimi al da, Habibim Muhammed'den başkasını görmeyeyim"
dediğini...
Hz Ali (r.a.)'nın ashabın Nebiyyi Ekrem'e duydukları iştiyakı anlatma
sadedinde; "Allah'a yemin olsun ki Rasulullah bizim aramızda mallarımızdan,
çocuklarımızdan, anlarımızdan ve şiddetli susuzlukta elimize geçen soğuk
sudan daha fazla sevgiliydi" dediğini...
Efendimizin "Kişi sevdiğiyle beraberdir" buyurmasının sahabeleri sevince
boğduğunu... Hatta Enes bin Malik (r.a.)'in; "Sahabeler bu söze sevindikleri
kadar hiçbir şeye sevinmemişlerdir" dediğini...
"Ey iman edenler seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin"
(Hucurat:2) ayeti nazil olunca, Hz. Ebubekir'in "Ya Rasulullah! Yemin
ediyorum ki, bundan sonra sizinle iki sır dostunun gizli konuştuğu gibi
konuşacağım" dediğini...
Ashabı Kiramın, Efendimizle sohbette bulunurken edeplerinden başlarını
kaldırıp, onun yüzüne bakamadıklarını. Sadece Hz Ebubekir ve Ömer'in
kendisine zaman zaman bakıp gülümsediklerini Peygamber Efendimizin de
tebessümle mukabelede bulunduklarını...
Bir gün Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer arasında ufak bir sürtüşme olduğunu...
Bunun üzerine Allah Rasulunun şöyle buyurduğunu: "Cenabı Allah beni size
Peygamber olarak gönderdi. Siz bana yalan söylüyorsun dediniz, Ebubekir beni
doğruladı. Siz bana düşmanlık ederken o bana canıyla, malıyla siper oldu.
Bari arkadaşımı bana bırakın"... Bu ifadelerin ashabı çok etkilediği ve
bundan sonra Hz. Ebubekir Efendimizin hiçbir kimse tarafından en ufak bir
şekilde bile incitilmediği ni...
Hz. Enes bin Malik'in (r.a.): "Rasulullah bütün ashabını arardı. Onların
hiçbirisi Rasulullah yanında kendisinden daha değerli biri olduğu inancına
kapılmazdı" dediğini...
Katade (r.a.), O'nun (Aleyhissalatu vesselam) ashabını anlatırken:
"Alışveriş yaparlar, ticaretle meşgul olurlardı. Fakat Allah'ın hukukundan
bir hak onlara yaklaştığı zaman ne ticaret, ne de alışveriş onları Allah'ın
zikrinden alıkoymazdı. Nihayet onu Allah'a döndürürlerdi" dediğini...
Peygamberimizin Ensar'a hitaben: "Ben sizi tanıyalı beri, siz hep korku ve
tehlike baş gösterdiği anlarda çoğalıyor ve menfaat ortaya geldiği
zamanlarda azalıyorsunuz" buyurduğunu...
Bir gün Ahirzaman Nebisi (SAV)'nin Ebu Talha'ya; "Benden kavmine selam söyle
ve tanıyalı beri onları hep onurlu ve sabırlı gördüğümü onlara bildir"
buyurduğunu...
İbni Ömer'e (r.a.): Rasulullah'ın ashabını gülerler miydi diye sorulunca,
"Evet, gülerlerdi. Fakat her birinin göğsündeki iman, dağlardan daha
büyüktü" cevabını verdiğini...
Hakem bin Keysan esir edilip getirildiğinde Rasulu Ekrem'in ona İslam'ı
anlatmak için çok uğraştığını. Hz. Ömer'in (r.a.); "Ya Rasulullah! Ne diye
kendini bu kadar yoruyorsun? Bu adam hiçbir zaman Müslüman olmaz. Bırak
boynunu vurayım da, anası olan cehennemin kucağına girsin" dediğini. Fakat
Rasulullah'ın anlatmaya devam ettiğini. Sonucu da Hz. Ömer efendimizin şöyle
anlattığını: " Bir de baktım ki adamcağız Müslüman oldu. Böylece geçmiş ve
gelecekte beni mahcup etti. Kendi kendime dedim ki "Resûlullah'ın benden
daha iyi bildiği bir hususta nasıl Rasûlullah'a muhalefet edebildim. Oysa
maksadım Allah'a ve Rasulü’ne hizmet etmekti." Yine Hz. Ömer şöyle dediğini;
"Hakem müslüman oldu. Andolsun onun İslâm'ı güzel oldu. Allah yolunda cihad
etti. Ta ki Mauna kuyusunda şehid edildi. Binaenaleyh Rasulullah kendisinden
razı olduğu halde şehid düştü ve cennete gitti."
Rasulullah'ın (Aleyhissalatu vesselam) özel hizmetkârlarının Abdullah bin
Mesud, Bilali Habeşi ve Enes bin Malik olduğunu...
Rasulullah'ın (Aleyhissalatu vesselam) ailesinin çarşıpazar alışverişi,
ödünç para bulma ve sonra ödeme, misafirlere yemek hazırlama gibi işlerin
Bilali Habeşi hazretlerinin uhdesinde oldu ğunu...
Amr bin As'ın (r.a.) Hicri 7. Yılda, Habeş Necaşisinin huzurunda Müslüman
olduğunu... Geri dönerken biat üzere Medine'ye doğru yolunu çevirdiğini...
Yolda kendisi gibi düşünen arkadaşları Halid bin Velid ve Osman bin Talha
ile karşılaştığını ve üçü birden Peygamber şehrine gidip İslam'la müşerref
olduklarını... Allah Rasulü'nün bu üç kahraman zatı görünce; "Mekke bize
ciğerparelerini göndermiş" buyurduğunu...
Abdurrahman bin Afv hazretlerinin asıl adının Abdulamr olup bu ismin
Müslüman olduktan sonra Rasulullah tarafından Abdurrahman olarak
değiştirildiğini...
Nebiyyi Ekrem'in Hz. Cafer için "cennetin şakıyan kuşu" buyurduğunu. Bu
mübarek insana iyilikseverliğinden dolayı Ebu'l Mesakin (Yoksulların babası)
dendiğini...
Peygamberimizin Hz. Bilali Habeşi için; "Habeş'in ilk meyvesi", Hz. Süheyb
için; "Rum'un ilk meyvesi", Selman hazretleri için de; "İran'ın ilk meyvesi"
buyurduğunu...
Zübeyir Bin Avvam'ın sekiz yaşında iken Müslüman olup 18 yaşında hicret
ettiğini...
Sa'd bin Ebu Vakkas'ın (r.a.) Hz. Peygamberin annesinin yakınlarından
olduğundan, Efendimizin onu dayısı olarak takdim ettiğini ve "Bu benim
dayım. Varsa böyle dayısı olan göstersin" sözleriyle iltifat buyurduğunu...
Hz. Peygamberin hizmetkârlarından Enes bin Malik'in Efendimizin
(Aleyhissalatu vesselam) yaşamında gözlemlediği şeyleri not aldığını, aldığı
bu notları zaman zaman Rasuli Ekrem'e takdim ettiğini ve Efendimizin gerekli
yerlerde düzeltmeler yaptığını...
Asrı saadette Rasulullah'a simaen çok benzeyen bazı zatlar olduğunu...
Bunların hadis ule maşınca şöyle sıralandığını; Cafer İbni Ebu Talib, torunu
Hz. Haşan, Kuşem İbni İyas, amca oğlu Ebu Süfyan İbni Haris, Sâib İbni Ubeyd
ve Enes İbni Rebia olduğunu...
Mir'at adlı eserde Efendimize en çok benzeyen sahabenin Enes bin Rebia
(r.a.) olduğunu yazdığını... Enes bin Malik'in Enes İbni Rebia'yı ne zaman
görse ağlayarak boynuna sarılıp; "Her kim Rasulullah'ı görmek isterse bu
zatın yüzüne baksın" dediğini, Ahlaken de Efendimize çok benzeyen bu şanlı
sahabenin bu benzeyişini halife Muaviye bin Süfyan'ın da işiterek kendisini
sarayına davet ettiğini... Huzuruna girince de hemen ayağa fırlayarak
kucaklayıp iki kaşının arasını öptüğünü, kendisine mal ve arazi verdiğini,
Enes hazretlerinin malı kabul etmeyip, araziyi kabul ettiğini...
Serveri Ekrem'in çok sevdiği amcaoğlu Hz Cafer'e bir defasında; " Görünüşün
ve karakterin bana çok benziyor" buyurduğunu...
SİYER
Merhum allame Ebu Hasen en Nedvi'nin bildirdiğine göre Urdu dilinin
Arapça'dan sonra Siret (Efendimizin hayatı) hakkında en çok eser yazılan dil
olduğunu...
İngiliz bilgini John Davenport'un; "Meşhur Peygamberler, kumandanlar,
fatihler arasında hayatı Hz. Muhammed'in hayatı gibi en ince teferruatına
kadar en vesikalı şekilde kayd ve zapt olan bir kimse gösterilemez"
dediğini...
BİBLİYOGRAFYA
1 Mevlana Şibli Numani, Siret'ün Nebi (2 Cilt), İz Yayınları,
İstanbul, 2003.
2 Ali Himmet Berki Osman Keskioğlu, Hz. Muhammed ve Hayatı,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, (14. Baskı), Ankara, 1993.
3 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Tere: Prof. Dr. Salih
Tuğ, Yeni Şafak promosyonu, Ankara, 2003.
4 Salih Suruç, Peygamberimizin Hayatı (2 Cilt), Nesil Yayınları,
İstanbul, 1998.
5 Martin Lings, Hz. Muhammed'in Hayatı, İnsan Yayınları,
İstanbul, 2003.
6 Safiyurrahman Mübarek el Furi, Er Rahikul Mahtum, Risale
Yayınları.
7 Ebul Hasen en Nedvi, Rahmet Peygamberi, İz Yayınları,
İstanbul, 2004.
8 Mevdudi, Hz. Peygamberin Hayatı, Pınar Yayınları, İstanbul.
9 Prof. Münir Gadban, Rasulullah'ın Hayatı Ve Metodu, Risale
Yayınları, İstanbul.
10 Mahmud Şit Hattab, Komutan Peygamber, Bir Yayıncılık İstanbul,
1988.
11 Ahmed Cevdet Paşa, Kısası Enbiya, Bedir Yayınevi, İstanbul,
1966.
12 M. Yusuf Kandehlevi, Muhtasar Hayatüs Sahabe, Ravza Yayınları,
İstanbul, 2000.
13 Muhyiddin Akgül, Kur'an'da Hz. Muhammed'in Özellikleri, Işık
Yayınları.
14 M. Hamidullah, İslam'ın Doğuşu, Beyan Yayınları, İstanbul,
2002.
15 T. W. Arnold, İntişarı İslam Tarihi, Akçağ Yayınları, İstanbul,
1971.
16 Vehbi Yıldız, Hakikat Güneşi, Nil Yayınları, İstanbul, 1996.
17 Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamberin SAVaşları, Beyan
Yayınları, İstanbul, 2002.
18 Muhammed Gazali, Fıkhu's Sire, Risale Yayınları, İstanbul,
2004.
19 Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Beyan
Yayınları, İstanbul, 2004.
*20 İrfan Yücel, Peygamberimizin Hayatı, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 1999.
21 M. Said Ramazan el Buti, Fıkhu's Siyre, İslami Edebiyat Yayınları,
İstanbul, 2003.
.22 M. Ebu Zehra, Son Peygamber, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1997.
23: M. Zekeriyya Kandehlevi, FezaitiA'mal, Gülistan Neşriyat, İstanbul.'
24 Mehmed Emre, FetvalarCilt:l, Çile Yayınları, İstanbul, 1987.
25 Zekai Konrapa, Peygamberimiz, Kitabevi Yayınları, İstanbul,
2005.
26 İbrahim Bayraktar, Değişik Yönleriyle Hz. Peygamber, Işık
Yayınları, İzmir, 1993.
27 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Bilmen Yayınevi.
28 İhsan Süreyya Sırma, Mekke Dönemi ve Hz. Muhammed, Beyan
Yayınları, İstanbul, 1997.
29 Heyet, Büyük İslam Tarihi, Feza Gazetecilik, İstanbul, 1992.
30 Mehmed Göktaş, Nasıl Bir Rasuie İnanıyoruz, İstişare Yayınları.
31 Prof. Dr. İbrahim Canan, Hadis Ansik/opedisi18.Cilt, Feza
Gazetecilik, İstanbul, 1994.
32 Hayati Ülkü, İslam Tarihi, Çile Yayınevi, İstanbul, 1982.
33 M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, Nil Yayınları, İstanbul, 2007.
34 Kamil Miras, Tecridi Sarih Tercüme ve Şerhi—12 Cilt: Babanzade
Ahmed Naim, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara, 1982.
35 M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’sSahabe, Tere: Ahmed Mey lani,
Divan Yayınları, İstanbul, 1980.
36 Mustafa Asım Koksal, İslam Tarihi (18. Cilt), Şamil Yayınevi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz en kısa sürede yayınlanacaktır.